Çerezleri kullanmamız için izninizi yönetme aracımız geçici olarak çevrimdışı. Bu nedenle, çerez kullanımına izin vermenizi gerektiren bazı işlevler eksik olabilir.
EFSANELER ASLA ÖLMEZ.
Gülşah Güray, BMW 5 Serisi’nin evrimine
eşlik eden müzik olaylarını anlatmaya devam ediyor.
Radyo Eksen’in yayın yönetmeni ve sabah programının yapımcısı ve sunucusu olarak tanıdığımız Gülşah Güray BMW 5 Serisi’nin evrimine tanıklık eden yıllara ait müzik olaylarını BMW Joy Blog’da anlatıyor. Bu bölümde üçüncü, dördüncü ve beşinci nesillere ev sahipliği yapan 90’lı ve 2000’li yıllar ile kaldığımız yerden devam ediyoruz. Keyifli okumalar!
24.01.2021
Simon Reynolds’ın “Retromania: Pop Kültürün Kendi Geçmişine Olan Bağımlılığı” kitabında “Gençlerin yıllardır varlığını sürdüren janralara kendilerini kaptırmaları beni çok şaşırtıyor. Hepsini bir kenara itmek istemiyorlar mı hiç?” der. Bir yerde, dediklerini düşüneceğimize söz verelim, diğer yandan çocukken aşık olduğumuz, kafamızı karıştıran, bizi sersemleten türlere olan bağımızın aslında bizi biz yapan tuğlalar olduğunu da itiraf edelim. Çünkü insanın kişisel arşivindeki müzik, onun geçmişiyle olan bağının en samimi kanıtıdır. Dolayısıyla ben de kalan dönemleri yine kendi hikayelerimle, olabildiğince kısa kısa anlatmaya çalışacağım.
1990’LAR.
Nirvana, “MTV Unplugged” konseri için o loş sahneye çıktığı zaman Kurt Cobain’in sesi, hırkası, ağzından çıkan şarkı sözleri Atlantik’in diğer ucundaki Brit POP savaşları üzerinden geçerek ülkemiz sınırlarında da etkili bir patlama yaratmıştı. Örneğin o konserden 5 ay sonra Cobain’in ölüm haberi geldiğinde fen defterimi kapladığım In Utero albüm kapağı posterinin üstüne kapanıp hüngür hüngür ağlamıştım. Öğretmen “evladım ne oluyorsun, ailenden biri öldü sandım” dediğinde “öyle” diye sınıfın ortasında bağırdığımı hatırlıyorum. 16 yaşındaydım, grunge ana akım medyanın içine girmişti ve ben kareli gömleğimi belime bağlayıp, sahilde bile asla ayağımdan çıkarmadığım beyaz bağcıklı botlarımla güneşleniyordum.
Kurt Cobain’in ölüm haberi geldiğinde sınıftaydım ve hüngür hüngür ağlamıştım. Öğretmen “Evladım ne oluyorsun, ailenden biri öldü sandım” dediğinde “Öyle!” diye sınıfın ortasında bağırmıştım.
Eğer 90’ları, “10 sene önce değil miydi o yıllar” diye hatırlayanlardaysanız, bu dönemi tek bir şarkıyla özetlemek elbette zor gelecektir. Ama hazır Nirvana’dan bahsetmişken Smells Like Teen Spirit şarkısının altını çizerek bu dönemi kaçak oynamak isterim.
Bu şarkı, “X Jenerasyonu” teriminin henüz bir şey ifade etmediği dönemin gençleri için adeta marş niteliğindeydi. İsim ise Kurt Cobain ile gece gezmesinden dönen Bikini Kill solisti Kathleen Hanna’nın duvara “Kurt smells like Teen Spirit” yazmasıyla ortaya çıkmıştı. Bu duvar yazısı ilk bakışta bize bir şey ifade etmese de (hiç problem değil, Cobain de şarkı yayınlanmadan bir kaç ay önce Teen Spirit’in ne olduğunu öğrenmişti) bu bir deodorant markasıydı ve kız arkadaşı Tobi Vail ile fazla zaman geçiren Kurt’ün artık resmen onun gibi koktuğu, onun bir parçası olduğunun ifade şekliydi. Şarkı, Butch Vig prodüktörlüğündeki Nevermind albümüyle piyasaya çıktı. Elbette şarkının bu kadar yayılması ve ana akım medya listelerine girmesinde MTV’nin de büyük payı vardı. Çünkü 17 Ağustos 1991 senesinde Culver City Stüdyoları’nda jimnastik salonu konseptli video günde defalarca karşımıza çıkıyordu. Şikayetçi miydik? ASLA!
Alternatif sözcüğünün müzikal anlamda litaretürde kendine yer bulduğu 90’lar, ülkemiz sınırları içinde de fena geçmemişti. Mesela Ortaköy’deki Flat Line, alternatif yerli müzik sahnesinin ilklerini doğuran bir mekandı. Mad Madame/Duman, Cockroach/Kurban, Indians/Teoman, Josephine izlemeye geceleri, daha da alternatif gruplar içinse gündüzleri mekana giderdik. Orası kapanınca yerini Captain Hook’a bırakmış oldu. Captain Hook’ta ska’dan punk’a, surf’ten grunge’a kadar birçok türün sahibi grubu sahnedeki tel kafesin ardında seyrettik, öğrendik, eğlendik.
1993 itibariyle hayal dünyasına yolculuk da başlamıştı. Henüz lisede okuyan bir talebe için statta konser izlemek hayal ile gerçek arasında sürreal bir mertebedeydi. Kuzenlerimle gitmem şartıyla bana verilen çıkış iznini yanıma alıp, Metallica konserine emin ve siyah adımlarla gittiğim günü net hatırlıyorum. Babam çıkışta bizi almaya gelmişti. Konserin yarısında tüm kapıları açmışlar, o da izlemiş ve en az bizim kadar heyecanlanmıştı. 90’lar güzeldi. Yaşaması çaba gerektiriyordu, bu yüzden kıymetliydi. Saftı, gerçekti. Her bir anımı çok net hatırlıyorum. Sadece Metallica konserinin o kalabalık çıkışında, ki cep telefonu olmayan bir devirde, babamla nasıl oldu da buluştuk hala kavrayamıyorum.
“90’lar güzeldi. Yaşaması çaba gerektiriyordu, bu yüzden kıymetliydi. Saftı ve gerçekti.”
2000’LER.
90’lar bitmeden mix tandanslı yeni işlevsellik geldi. Prodigy, The Chemical Brothers, Fatboy Slim gibi isimlerin büyük festivallerin ana grupları arasında gördük. Daha sonra o festivallerin kardeşleri ülkemizde de gerçekleşti. H2000 ile başlayan çadır kurup müzik dinleme keyfimiz Rock N Coke, Radar Live, One Love gibi henüz 18 yaşına gelen okuyucular için masal gibi görünen ama gerçekten yaşanan büyük etkinliklerdi.
Bu 10 yılda yeni grupların çoğu, önceki altın madeni dönemlerin duvarlarını kazıyıp alabildiklerini kendi müziklerine işliyordu. Kimi bu uzantıyı layıkıyla yapıp (Amy Winehouse, Arctic Monkeys, Kings of Leon, The Strokes) piyasayı oyalarken, bir grup eleştirmen de yeni bir türün neden artık ortaya çıkmadığı tartışmasına başlamıştı: Yeni bir müzik türüne gerek mi yoktu? Sistem mi buna izin vermiyordu? Müziğe ulaşmak, onu elde etmek kolaylaştıkça harcanan zaman mı azalıyordu?
Derken ömrü kısa, yarattığı etki az da olsa minik bir alt tür ortaya çıktı. ÇİNGENE PUNK!
Belki yokluktan, belki yeniye duyulan açlıktan, belki içinde geçen ezgilerin cazibesine kapılarak türün peşine düştüm. Radyo Eksen’de çalışmaya başlayalı daha birkaç sene olmuştu. Biriktirdiğim parayı cebime koyup, ben Amerika’ya gidiyorum, dedim.
Türün en önemli grubu Gogol Bordello’ydu. New York müzik sahnesinde nüfuzlu arkadaşlarım vasıtasıyla grubun gitaristi Oren Kaplan ile görüşmeyi ayarladım.
Gogol Bordello’nun davetlisi olarak katıldığımız “Gypsy Punk” gecesinde ortam tam bir punk konseri havasındayken, çalınanlar Balkan ezgileriydi.
O zamanlar yayımlanan CNBC-e dergi ve Eksen için röportaj yapacağımı söyledim. Oren, buluşmak için seçtiği vejetaryan lokantasına bisikletiyle geldi. Çekinerek cevapladığı sorularımdan sonra röportajı canlandırsın diye fotoğrafları çekilirken buzlar eridi. Sonra da bizi “gizli” partilerinden birine davet etti. II. Dünya Savaşı’ndan kalma bir gemide “Gypsy Punk” gecesi düzenleniyordu. Daveti kabul ettik, tekneye gittik ve tuvalete inen merdivenlerin yanında kendimize bir yer bulabildik. Ortam bir punk konseri havasında, ama çalınanlar Balkan ezgileriydi. Kıyafet ve saçlar 70’ler sokak modası, danslar mezdeke demirbaşıydı. Bu karışıklık bir süre sonra türe ait grupların içine de sızdı. Anlaşmazlıklar hemen hepsini dağıttı. Gypsy Punk türü de kısa bir sürede derin bir sessizliğe gömüldü. Bir fitili ateşlemeyeceği belliydi, ama yeni bir müzik türünün doğuşuna şahit olmak için bile kilometrelerce yol kat etmeye değerdi.
Gülşah Güray, serinin bir sonraki ve son yazısında da BMW 5 Serisi’nin diğer nesillerinde yani 2010’lu yıllar ve elbette 2020’de ön plana çıkan müzik olaylarını anlatacak. Takipte kalın!
* İllüstrasyonlar: Mehmet Emin Karaaslan