Çerezleri kullanmamız için izninizi yönetme aracımız geçici olarak çevrimdışı. Bu nedenle, çerez kullanımına izin vermenizi gerektiren bazı işlevler eksik olabilir.
BMWLICIOUS:
BİR LEZZET YOLCULUĞU.
Rota 3: Ali Ronay ile E-90 rotası notları.
Türkiye’nin en tanınmış şeflerinden Ali Ronay, BMWlicious projesi kapsamında Güneydoğu Anadolu lezzetlerini bulmak için E90 rotasını BMW X1 eşliğinde keşfe çıktı. Mersin’den Mardin’e uzanan yolculuğa dair kaçırılmaması gereken tüm detaylar Joy Blog’da.
08.10.2022
E90 rotasında karşılaştığı Güneydoğu Anadolu lezzetlerini, Ali Ronay’ın kaleminden keşfediyoruz.
BMWlicious projesi kapsamında Türkiye Gastronomi Haritası’nı çıkarmak için üç farklı rotada çıktığımız lezzet yolculuklarında ilk sırada Şemsa’nın E-87 (Ege) rotası, ikinci sırada Maksut’un E-70 (Karadeniz) rotası ve en son olarak da benim E-90 (Güneydoğu Anadolu) rotam yer alıyordu.
E-90 rotası, Türkiye’nin batısı ile doğusunu birbirine bağlama özelliği taşıyan bir otoyol oluşu ile biliniyor; batıda İpsala Sınır Kapısı ile başlayıp doğuda Habur Sınır Kapısı’nda son buluyor.
Covid-19 pandemi süreci nedeniyle tutkunu olduğum Anadolu yollarından biraz uzak kalmış olsam da bu mükemmel fırsat sayesinde bölgeye tekrar kavuşabildim. Bu seyahatte benim için çok özel biri de bana eşlik etti; babam Bülent Ronay’a bu eşsiz deneyimin bir parçası olduğu için çok teşekkür ederim.
E-90 rotasındaki diğer yol arkadaşım ise daha önce de birlikte kamera karşına geçtiğimiz BMW X1’den başkası değildi. Bu kompakt spor aktivite aracının, bu yolculuğu çok daha keyifli hale getireceğini en başından beri tahmin edebiliyordum.
İstanbul’dan yola çıkıp Mersin, Adana, Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin ve Diyarbakır’ı ziyaret ettiğim lezzet yolculuğuma dair tüm detayları sizlerle paylaşıyorum. Şunu söylemeliyim ki E-90 rotasındaki şehirlerin hepsi lezzet konusunda birbiriyle yarışıyor.
Birinci Gün: Mersin
Mersin’de hava limonata gibi, güneş gökyüzünde parıl parıl parlıyor.
İlk durağımız Pizzeria Gorlami oluyor, burası eskiden benimle çalışmış olan Noyan’ın yeri. Noyan pandemiden önce memleketi Mersin’e taşınmış ve küçüklük hayali olan pizzacıyı açmış. Peki Pizzeria Gorlami’de ne yemeli? Eğer ilk kez pizza yiyecekseniz, en basit pizza olarak nitelendirebileceğim Margarita’yı denemenizi öneririm. Ben Margarita, Sarımsaklı, Ronnie ve Young Ronnie pizzalarını denedim, pizza hamurlarının ekşi mayalı olduğunu da belirteyim. Denediklerimin hepsi birbirinden güzeldi, eğer yolculuğumuza devam etmek zorunda olmasaydık bütün gün Pizza Gorlami’deki pizza çeşitlerinin tadına bakmaya devam edebilirdim.
Pizzeria Gorlami’den sonra Noyan’ın tavsiyesi ile buradaki yegâne balıkçılardan biri olan İskele Restorant’a gidip iskele spesiyal ile levrek sarması yiyorum, memnun kalıyorum. Mersin’de balık yemek isterseniz burayı ziyaret edebilirsiniz.
Döneri aşırı sevdiğim düşünülürse sonraki durağımızın Dönerci Mehmet Usta olması hiç de şaşırtıcı değil. Çocukluğumda hep döner yerdim diyebilirim. Dönerin iyisinden de anladığım için size Mersin’de iyi döner yiyebileceğiniz bir yer önerme arzusuyla Dönerci Mehmet Usta’nın yolunu tutuyorum. Mehmet Usta eski bir otelci ve otelciliğin ona kazandırdığı düzen ve intizam restoranına da yansımış; mekân pırıl pırıl ve tüm ekip arı gibi çalışıyor, oradan oraya koşuyor. Ben iki porsiyon döner yiyorum ve tavsiye edilen yerler listeme ekleyerek oradan ayrılıyorum.
Peki size ben henüz Mersin’i bilmezken Dondurmacı Halil’i biliyordum desem? Şöhreti şehrin sınırlarını çoktan aşmış, hatta bütün Türkiye’ye yayılmış durumda. Cezerye çeşitleri ve kerebiç tatlısı en popüler ürünlerinden. Mersin’e gelip de buraya uğramamak kesinlikle olmaz.
Dondurmacı Halil’in ardından kendimizi Göksel Tantuni’de buluyoruz. Tantuni sever misiniz bilmiyorum ama şunu biliyorum ki ben bayılırım. Söz konusu tantuni olduğunda o kadar çok yiyebilirim ki... Üstelik Göksel Tantuni Mersin’de açılan ilk tantunici olma özelliğine sahip, hatta tantuninin mucidi diye anılıyor. Mutlaka ama mutlaka denemelisiniz.
Mersin’deki son adresimiz ise Paradise Palms; marinada açılmış olan ve harika bir tasarıma sahip olan bu mekân, geçmişte Şemsa ile çalışmış olan Alanur ve ailesine ait. Bu yorucu günü, Negroni eşliğinde marinada gün batımı izleyerek sonlandırıyorum.
İkinci Gün: Adana
Adana’yı bir başka seviyorum; çünkü Akdeniz Bölgesi’nin en renkli, en canlı ve en kozmopolit şehri Adana. Babamın deyimiyle “Buraların New York’u gibi.” Adana’da tadılması gereken tüm lezzetler için bir liste yapmaya kalksak uzayıp gider, o nedenle kompakt bir şekilde paylaşıyorum.
Tam bir tost canavarı olduğum için sabah kahvaltısında soluğu Tostbusters Adana’da alıyorum, bazlama ile yapılan ve bu yönüyle farklılaşan bu tostlar oldukça leziz. Ben tercihimi füme etli, peynirli ve avokadolu seçenekten yana kullandım. Tost çok pratik bir sokak lezzeti olmasına rağmen bence hak ettiği önemi görmeyenlerden. Tostbusters Adana bu açıdan da güzel bir girişim olmuş, ben beğendim.
Tostbusters Adana’nın ardından tavsiyeler üzerine meyve suyu içmek için Havuç Büfe’ye gidiyorum. Sabah muzlu süt içmeyi seven biri olarak, burada Adana usulü bir buçuk bardak muzlu süt servis edildiğini baştan söyleyeyim. İkram üzerine, hiç hesapta yokken Ayvalık ve Yengen tostu yiyorum. Enfes sucuklarını kendileri imal ediyorlar, tebrik edilesi. Son olarak portakal, nar ve havuç suyu içiyorum. Meyve suları harika, tostları da mükemmel bir yer.
Havuç Büfe’den ayrıldığımızda Kebapçınız Adanalı Yusuf Usta’ya gitmeye karar veriyoruz. Burası TCCD’nin bakım bölümü otoparkının içinde oluşu ile gördüğüm en ilginç yerlerden biri. Müşterileri de en az konumu kadar enteresan; bir yanda öğle paydosundaki belediye işçileri diğer yanda ise Adana’nın gurmeleri kebaplarını yiyor. Anlaşılan o ki iyi bir kebap herkesin buluşma noktası. Burada kıyma kebabı yemenizi tavsiye ederim.
Sonraki adresimiz Kifidis Büyüksaat Kebapçısı sanayinin içinde bir yer, kapısının önü onlarca son model otomobille dolu. Mekân içi mis gibi, püfür püfür… Oldukça kalabalık olmasına rağmen her şey düzenli ve çalışanları güler yüzlü. Özel şef atölyesi bile var. Mekânın sahibi Mert Bey uzun yıllar beyaz yakalı olarak çalıştıktan sonra ağabeyi ile burayı açmaya karar vermiş. Mert Bey ile ocakların başına geçiyoruz ve kebapları yapıyoruz, o sırada işin inceliklerini ve nasıl yapıldığını anlatıyorlar. Eğer yolunuz Adana’ya düşerse mutlaka kıyma kebabını deneyin.
Botta Bloom Cafe, Adana’ya ilk geldiğimde keşfettiğim bir yer. Burayı benzerlerinden ayıran şey teması; çünkü içerisi envai çeşit bitki ve çiçeklerle dolu, adeta bir botanik bahçesi. Üstelik beğendiğiniz bir bitki veya çiçek bulursanız satında alabiliyorsunuz. Kahveleri çok güzel, espresso barı bir laboratuvar düzeni ve titizliği içinde, tatlılarını denemenizi ve mevsimsel ürünleri hakkında bilgi almanızı tavsiye ederim.
Üçüncü Gün: Hatay
Kendisiyle San Sebastian Gastronomi Festivali’ne katıldığım sevgili Selahattin Toma’ya, tüm işinin gücünün arasında bize zaman ayırıp bizimle Hatay’daki yeni lezzetleri keşfettiği için teşekkür ederek başlamak istiyorum.
Maksut Akşar’ın tavsiyesi üzerine, ilk adresimiz Hammuşun Yeri Yağmur Kahvaltı Salonu oluyor. Bol yağda kızartılmış peynirleri, Antakya zeytinleri, yumurtaları, reçelleri, taze kaymağı ve balı, tereyağı ve biber salçaları enfes. Biberli ekmek ve taze pide sofranın olmazsa olmazı. Daha fazla yememek için kendinizi çok zor durduracaksınız.
Öğle yemeğinde Tugay Kasabı’nı ziyaret ediyoruz, içeri girdiğinizde kaç kişi olduğunuzu ve ne yemek istediğinizi soruyorlar, gerisini ustalara bırakıyorsunuz. Ümit ve Nuri Şabanoğlu ustaların ellerinden lahmacun, fırın kebabı ve kâğıt kebabı gibi çeşitli Hatay mutfağı lezzetlerini deniyoruz ve memnun bir şekilde ayrılıyoruz.
Antakya denildiğinde akla gelen ilk şeylerden biri künefe olsa gerek. Sevgili Vedat Milor’un de dediği gibi Antakya’nın endüstriyelleşmiş künefe yapan tek künefecisi Çınaraltı Künefe Yusuf Usta; burada künefe odun ateşinde yapılır ve yavaş yavaş pişirilir. Buraya giderseniz ki gitmelisiniz, bizim yaptığımız gibi her şeyi bir kenara bırakıp rahatlayarak çayınızı yudumlayın ve künefenizin gelmesini bekleyin. Künefeniz geldiğinde ise bu eşi benzeri olmayan tatlının tadını çıkarın.
Çınaraltı Künefe Yusuf Usta’dan ayrıldıktan sonra Selahattin sayesinde Hatay’daki unutulmaz lezzetlere bir yenisini ekliyorum: Nihat Kebap Salonu. Nihat Usta bu mekânı ailesi ile birlikte işletiyor ve mekân iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm, girişte Nihat Usta’nın da hem hazırlık hem de pişirme yaptığı yerdeki kısa süreli müdavimlerin bölümü, bu bölümde üç masaları var. İkinci bölüm ise girişi geçtikten sonra iç tarafta kalan bölüm, burası da uzun süreli oturmaya gelen müdavimlerin bölümü. Nihat Usta’nın mekânı yerini bilmeyen birinin zor bulacağı bir yerde, zaten Nihat Usta da tanımadığı kimseyi mekâna almıyor. Kebapları gerçekten efsane, denemenizi mutlaka tavsiye ederim.
Nihat Kebap Salonu’nda kebaplarımızı yedikten sonra Petek Pastanesi’nde serinletici bir limonata içiyor ve ardından Gaziantep’e doğru yola çıkıyoruz.
Dördüncü Gün: Gaziantep
Muhsinzade Türk Şiş Kebap’ın ustası Zeynel Abidin Usta ile tanışıklığımız yaklaşık on beş sene öncesine dayanıyor, kendisi gördüğüm en küçük kebapçı dükkanının sahibi ve ustası. Haftanın belirli günleri özel spesiyalleri var. Her sabah ezogelin çorbası, ciğer kavurması ve nohut dürümü sunuyorlar, cuma günü ise Firik pilavı günü. Sabahtan gitmelisiniz, aksi takdirde öğleden sonra yiyecek bir şey bulamazsınız.
Peki, size bir soru: Beyran bir çorba mıdır, yoksa bir yemek midir? Cevap veriyorum: Sabah ilk öğün olarak harika bir yemek. Metanet Beyran Salonu da uzun yıllardır bu yemeği layığı ile yapan yerlerin başında geliyor.
Elmacı Pazarı Güllüoğlu, tahmin edebileceğiniz gibi Elmacı Pazarı’nın içerisinde yer alıyor. Gaziantep’in ilk baklavacısı, 1871’den beri kuşaktan kuşağa baklava yapıyorlar. Baklavanın okulu burası yani. Ben çocukluğumdan beri fıstıklı baklavaya bayılırım, klasik. Eğer buraya sabah saatlerinde gelirseniz, baklava hamuru ve Antep peynirinden yapılan börek servis ediyorlar, ısrarla talep ediniz.
Bu kadar yeme içmenin ardından tabii ki Türk kahvesi içilir diyoruz ve yönümüzü Tahmis Kahvesi’ne çeviriyoruz. Burası da Elmacı Pazarı Güllüoğlu gibi tarihi bir mekân, 1635’ten bu yana Gaziantep’te hizmet veriyor. Bir rivayete göre, IV. Murat Bağdat Seferi sırasında burada dinlenmiş ve dibek kahvesi içmiş. Burada keyifle kahvemizi ve sodamızı içiyoruz, sonra biraz yürüyüş yapıp otelimize dönüyoruz.
Günün ilerleyen saatlerinde bir efsaneyi ziyaret ediyoruz: Baklavacı Zeki İnal. Zeki İnal, şöbiyette dünyanın bir numarası diyebilirim. Bu kadar da iddialı söylüyorum, gelip denemelisiniz.
E, Gaziantep’e gelip de lahmacun yemeden dönmek olur mu? Bence olmaz. Söz konusu lahmacun olduğunda benim tercihim Çulcuoğlu Restaurant’tan yana. İlk gidişimde ortaya 15 tane lahmacun istemiştik ve masanın ortasına üst üste yapışmamış çıtır çıtır lahmacunlar getirilmişti. O zamandan beri Gaziantep’i her ziyaret ettiğimde burada mutlaka lahmacun yiyorum.
Beşinci Gün: Şanlıurfa
Gaziantep kahvaltısı denilen bir şey varsa bence Orkide Pastanesi’nin kahvaltısı tam olarak o. Kahvaltı dediğime bakmayın, bence sabah saat 8 veya 9’dan itibaren bir yarım gününüzü ayırmalısınız. 1965’ten beri Gaziantep’te hizmet veren bu mekân Türkiye’nin tescil almış ilk pastanesi ve Mustafa ve Murat Özgüler ailenin 4. kuşak temsilcileri. “Burada ne yenmeli?” diye soracak olursanız, orkide kahvaltısını sipariş edin ve lezzetlerin tadını doyasıya çıkarın derim.
Orkide Pastanesi’nde kahvaltımızı yaptıktan sonra Şanlıurfa’ya doğru yola koyuluyoruz.
Şanlıurfa’ya vardığımızda ilk olarak Mustafa Paf'ın dükkânı Paflar Ciğer’i ziyaret ediyoruz. Mustafa Paf ve ailesi benim Şanlıurfa’daki ailem gibi. Bizi bir araya getiren şey yemek olurken, Şanlıurfa ziyaretlerim dostluğumuzun gelişmesini sağladı. Bence söz konusu kebap olduğunda Mustafa işin piri. İşine gösterdiği özen onu diğerlerinden farklı kılıyor. Günlük kebap diye nitelendirebileceğim ciğer ve kıyma kebaplarının yanı sıra mevsimlik kebaplarını da mutlaka denemelisiniz. Salata ve çeşnileri de en az kebapları kadar başarılı, benden söylemesi.
Paflar Ciğer’in ardından tarihi Gümrükhanı’na geçiyoruz ve Gümrükhanı Ciğer Salonu’nun avlusunda bir yorgunluk kahvesi içiyoruz.
Biraz dinlendikten sonra oradan ayrılıp İklim Et Lokantası’nın yolunu tutuyoruz. Burası şehir merkezinin biraz dışında harika bir mekân. Tencere ve fırın yemekleri, tandırlar ve kebaplar mevcut. Ben Ramazan Şef’ten bir aşçı tabağı rica ediyorum; küçük lahmacunlar, içli köfte, kuzu fırın tandır, keşkek ve tatlı yiyorum.
Altıncı Gün: Mardin
Mardin’e geldiğimizde kendimizi sanki günlerdir kebap yemiyormuş gibi Kebapçı Rıdo’ya atıyoruz. Burada yediğim kebap sayesinde kebabın bölgesel değişimini çok net bir şekilde fark ediyorum. Kıyma kebabı yine zırh ile yapılıyor olsa da bana biraz yağsız geldi. Peki bu ikinci, hatta üçüncü porsiyonu yememe engel mi? Tabii ki değil.
Kebapçı Rıdo’nun ardından arka sokaklardaki bir lezzet durağına geçiyoruz: Paşavat Yöresel Fırını. Süryani çöreği gibi mamulleri inanılmaz taze ve lezzetli, kaç tane yediğinizi fark etmiyorsunuz bile. Tuzlu ve tatlı çörekler seviyorsanız buraya uğramanızı tavsiye ederim.
Mardin’in tarihi çarşısı Zanaatkarlar Çarşısı’nı ve yerel ürün, yerel mutfak ve yerel insan kaynağını bir araya getiren Topraktan Tabağa Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’ni gezdikten sonra soluğu Sultan Sofrası Mardin Mahalli Yemekleri’nde alıyoruz. Burası Mardin’de öğle arasında gidilebilecek harika bir mekân, yöresel ve mevsimsel yemeklerine bayılacaksınız. Biz işi Hacı Usta’ya bırakıyoruz ve Mardin tabağını afiyetle yiyoruz. Peki bu Mardin tabağında neler var? Tandır, iç pilav, kıyma kebabı, yoğurt ve çoban salatası.
Sonraki durağımız ıssızlığın ortasında bir lezzet vahası: Kafro’s Pizzeria. Almanya ve İsviçre de çalışan ortaklar ülkelerine geri dönmeye ve en iyi bildikleri işi yaparak köylerine bir pizzacı açmaya karar veriyorlar. Buradaki her şey yöresel, kendi köyleri ve çevre köylerden. Ekip de buna dahil. Daha önce bu kadar çok pizza talep edildiğini söyleyen başka bir işletme duymamıştım, o kadar talep varmış ki hafta sonları dükkânı kapatmak zorunda kalıyorlarmış. Evet, yanlış duymadınız: Cumartesi ve Pazar günleri kapalılar. Pizzaları incecik ve kocaman. Biz ortaya favori pizza çeşitlerimizi söylüyoruz ve doyasıya tadını çıkarıyoruz.
Yedinci Gün: Diyarbakır
Diyarbakır’ı ziyaret edeceğimiz günü sabırsızlıkla bekliyordum ve sonunda buradayız. Zamanımız oldukça kısıtlı olmasına rağmen olabildiğince etkili kullanmaya çalışacağız.
İlk durağımız Palace Gate Cafe & Breakfast’tan ayrıldıktan Şemsa ve Maksut ile buluşuyoruz. Diyarbakır’ın serpme kahvaltısını henüz denemediyseniz, ilk denemenizi burada yapabilirsiniz.
Palace Gate Cafe & Breakfast ayrıldıktan sonra kendimizi Ciğerci Ramazan’da buluyoruz. Kahvaltıda doyasıya yememişiz gibi burada ara sıcaklara adeta saldırıyor, üstüne bir de kebapları mideye indiriyoruz. Buranın kebapları, bu lezzet yolculuğunda yediğim kebaplar arasında ilk beşe girer.
Sonrasında ağzımız tatlansın diyerek Kadayıfçı Sıtkı Usta’nın Sur’daki şubesinin yolunu tutuyoruz. Buranın kadayıfları, hele hele fıstıklı kadayıfları yeme de yanında yat tadında.
Diyarbakır ile Mardin arasında yer alan tarihî yapı ve askerî yerleşim alanı Zerzevan Kalesi’ne ziyaretimizin ardından Fırın-ci Sur’a geçiyoruz. Aslında pek aç değiliz, bize bir kâse çorba yeter de artar. Fakat masamıza ikramlar geldikçe geliyor, biz de geldikçe yiyoruz. Günü bitirirken, BMWlicious projesi kapsamında çıktığımız lezzet yolculuğunun son durağı burası oluyor.
Bu proje sayesinde ülkemizin geleneksel, kültürel ve folklorik değerlerini, zenginliklerini ve en önemlisi lezzetlerini bir kez daha keşfedebildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. Şemsa, Maksut ve benim rotalarımız ve dolayısıyla keşiflerimiz birbirinden oldukça farklıydı. E, zaten bu farklılık da ülkemizin en güzel yanlarından biri değil mi?
Bu projenin gerçekleşmesini sağlayan BMW ailesine ve tüm ekiplere katkı ve desteklerinden dolayı teşekkürlerimi yolluyorum. Başka bir lezzet yolculuğunda görüşmek üzere.
*Yazar: Markus Löblein; Sanat: Lucas Lemuth, Verena Aichinger; Fotoğraflar: Markus Burke, Tantris | Yazı için kaynak: https://www.bmw.com/en/magazine/innovation/starred-restaurant-tantris-reinvention-the-future-of-indulgence.html