Çerezleri kullanmamız için izninizi yönetme aracımız geçici olarak çevrimdışı. Bu nedenle, çerez kullanımına izin vermenizi gerektiren bazı işlevler eksik olabilir.
BMWLICIOUS: BİR LEZZET YOLCULUĞU.
Rota 2: Maksut Aşkar ile E70 rotası notları.
Türkiye’nin en ünlü şeflerinden Maksut Aşkar, BMWlicious projesi kapsamında E70 rotasında keşfedilmemiş lezzetleri bulmak üzere BMW X2 ile yola çıktı. Maksut Akşar’ın Bafra’dan Giresun’a uzanan bu yolculuğuna dair tüm detayları ve tadı damağında kalan lezzetleri Joy Blog’da keşfedin.
10.12.2021
Çok uzun süredir Karadeniz’i yeterince keşfedememiş olmaktan hayıflanan biri olarak ben, BMWlicious projemizde rotaları seçerken önceliği E70 rotasına verdiğim için çok mutluydum. Karadeniz’e gitmiştim fakat sadece Trabzon ve Rize’den ibaret olan seyahat deneyimim hep içimde Karadeniz ile ilgili bir şeylerin eksik olduğunu hissettiriyordu. Bu yüzden dersime iyi çalışmam gerektiğini biliyordum. Özellikle bu rotayı sizler için ilk defa keşfediyor olmanın verdiği büyük sorumluluğu omuzlarımda hissediyordum yolculuğun ilk gününe kadar...
Birinci Gün.
Yolculuğum Bafra’dan başlayacak ve Hopa’da bitecekti. İlk günün heyecanı, güneşin rengi BMW X2 ile buluşunca iyice arttı. Karadeniz doğasının yeşiliyle güneşin sarısının uyumu, bir de otomobilimin konforu bir araya gelince, bir uçtan diğerine büyük keyifle geçeceğimi hissedebiliyordum. Bafra’dan başlayıp, Samsun, Çarşamba ve Terme’yi kapsayan ilk günkü rotamın baş kahramanı pideydi. Bafra, Çarşamba ve Terme’yi pide cenneti yapan ve bu kadar yakın mesafe olmasına rağmen birbirlerinden ayrılmalarını sağlayan özelliklerini de bir yandan çok merak ediyordum.
Günün ilk saatlerinde Bafra’ya doğru yola çıktık. İlk durağımız olan Bafra’nın çok sevilen pidecisi Niyazi Kesim’den pidelerle ilgili ilk bilgileri almaya başladık. Bafra’nın mandaları meşhur; Niyazi abi de manda sütünden kendi peynir ve yoğurdunu yapıyor. Peynirli pide yaptıkları zaman açık, kıymalı yaptıkları zaman da kapalı pide yapıyorlar. Bafra pidesini önemli kılan şey çıtırlığı, kullandıkları kıyma da özellikle yağsız. Önceden soğan ve baharatlar ile kavuruyorlar ve öyle kullanıyorlar. Arzu eden olursa çiğden kıyma da kullandıklarını söylüyor Niyazi abi. Bu kadar manda tereyağı konulan pideye yağsız kıyma çok mantıklı geldi. İlk önce birinci pişirmeyi yapıp, dışarıda soğuttuktan sonra tekrar pişirerek iyice çıtırlaşmasını sağlıyorlarmış. Sadece açık pidelerde yumurta kullanıyorlar. Tabii hamur görünce dayanamayan ben durur muyum, hemen hamuru denemek istedim. Elbette 10 dakikada pide uzmanı olacak değilim fakat hamurun dokusunun nasıl olduğu, malzemeye nasıl tepki verdiği benim için önemliydi.
Niyazi abi ile sohbet etmeye koyuluyoruz. 100 bin nüfuslu ilçede çok uzun nesillerdir pide yapıldığını ve yaptıkları pidenin bağımlılık yaptığını söylüyor. Niyazi abi dördüncü kuşak kasap ve son 22 yıldır kasaplığı, pidecilik ile birleştirmiş. 1948 yılında açılmış olan Cimbiliğin Fırını ve 1970 yıllarında açılmış olan Bahadır Güngör’ün fırını ilk defa Bafra’da pide yapmaya başlayan fırınlarmış ama maalesef yıllar içinde kapanmışlar. Zamanında Bafralı aileler pazar günleri, pidelerinin iç malzemelerini hazırlayıp bu fırınların sahiplerine götürür ve onların pişirmelerini isterlermiş. Cumartesi gününden sıra alır, sonra da onlar için fırında pişirilen pideleri gün boyu ailece yerlermiş. Zaman içinde fırınlar Bafra pidecisine dönüşmüş ve günümüzdeki halini almış.
Pideleri yedikten sonra soluğu nokulcu Sebahat ablada alıyoruz. Annesi Refiye Hanım’ın tarifi ile annesine yardım ederek tüm incelikleri öğrendikten sonra yıllar içinde, yaklaşık 20 sene önce dışarıya da nokul yapmaya başlamış. Eskiden sadece bayramlarda yapılan nokulun artık her gün canı çekenler için yapıldığını söylüyor. Yoğurt kaymağı ve yumurta akı ile yoğurulan hamuru çok ince açtıktan sonra, kuru üzüm, ceviz ve şeker serperek rulo haline getirip ince dilimler halinde tepsiye diziyorlar ve fırınlıyorlar. Ağızda dağılan dokusu beni heyecanlandırdı açıkçası. Aynı zamanda kendi mandalarından kaymak yapan Sebahat abla hazırlamış olduğu taze lokumların içine sararak Bafra’nın meşhur kaymaklı lokumunu da yapıyor. En büyük avantajının kendi mandalarının kaymağını kullanması olduğunu düşünüyorum. Böylece yaz kış kaymaklı lokum yapabiliyor.
Sebahat ablaya veda ettikten sonra, soluğu yine 20 senedir sadece nokul yapan Adil Kolbaşı’nda alıyoruz. Oranın nokulunu da deneyip soluğu yaklaşık 95 yıldır meze ve şarkütericilik yapan markette alıyoruz. Anneden el almışlar, 80 seneden beri pastırma yapıyorlarmış. Üç kuşaktır şarkütericilik yapıyorlar. Eskiden avcılık yapıldığı için yabani hayvanlar da satılırmış. Pastırmalarımızı yedikten sonra çok vaktimiz kalmadığı için yola koyuluyoruz. İstikametimiz Samsun Merkez’de Lezzetli Döner. Sahibi Aydın Usta ile döner yerken sohbete koyuluyoruz. Aydın Usta 35 senedir döner yapıyor. Çolak Usta ve Bayram Usta’dan eti öğrenmiş zamanla ve kendi dönerini yapmaya başlamış. Gürgen odunu ateşinde döneri pişirdiği için, harlı ateşte eti kurutmadan pişiriyormuş. Bolca tereyağını tosun dedikleri erkek hayvandan hazırladıkları ete, pişerken dökmek en sevdiği adetiymiş. Şimdi kendisinden sonra gelecek ustaya el veriyor.
Bu çok lezzetli döneri yedikten sonra Çarşamba’ya doğru yol alıyoruz. Çarşamba’nın meşhur pidecisi Galip; 21 senedir pide yapıyor. Galip Usta’nın pideleri nispeten daha yumuşak deseler de aslında gevrek ve çiğ kıymadan hazırlıyor. Galip Usta’dan çıkıp soluğu Göğceli Köyü’nde alıyoruz. Göğceli Köyü’nde 1206 yılından kalmış, bir çivi bile kullanmadan tamamı ile ahşaptan yapılmış tarihi Göğceli Camii’ye uğruyoruz. Caminin içinde tavanlara işlenmiş çini süslemeler gerçekten türünün ender örneklerinden. Buradan, sonraki istikametimiz Terme’ye doğru yola çıkıyoruz. Terme’de de Özler Pide’nin pidesini denedikten sonra Ömür Akkor’un şiddetle tavsiye ettiği Hidolim dondurmacısına geçiyoruz. Kadir abi 45 senedir Hidolim’de dondurma yapıyormuş ve 1950’den beri açıklarmış. Açıkçası denemeye değer olan şey, kendi hazırladıkları karbuzlu limonata. Limonatanın içine top dondurma koyuyorlar. Samsun’daki pide üçgenini tamamlamış olmanın mutluluğu ile günü burada sonlandırıp Samsun Atakum’da kaldığımız otelimize geri dönüyoruz.
İkinci Gün.
Sabah Bafra’nın yaylalarını keşfetmek üzere yola çıkıyor ve kahvaltı etmek için soluğu Çakallı’da alıyoruz. E70 otobanının üzerinde konuşlanmış yol üstü lokantalarının en meşhur lezzeti Çakallı menemeni. İlk durağımız Muhtar’ın Yeri. 1949’dan beri yani 4 kuşaktır menemen yapıyorlar. Ardından Kelin Yeri’ne de uğruyoruz. Hepsinin tekniği hemen hemen aynı, önce domatesi tavada tereyağı ile ezip renk versin diye üzerine toz kırmızı biber ekliyorlar. Sadece yumurtanın sarısını kullanıp kremamsı bir kıvam kazandırıyorlar, menemenlerini Türkiye’deki diğer menemenlerden ayıran şey de bu olsa gerek. Menemenlerimizi tattıktan sonra doğal ortamlarında yaşayan mandaları görmek için Bafra Milli Parkı’na geçiyoruz. Manda sütü ve kaymağının bölgede ciddi miktarlarda üretildiğini görmek, Kızılırmak’ın döküldüğü bu deltaları gördükten sonra bizi şaşırtmıyor. Buradan sonraki durağımız daha yukarılardaki Kızılırmak Havzası’ndaki Asar mevkii oldu. Kızılırmak kenarında, sevgili İbrahim’in yetiştirdiği Karayaka koyununun tadına bakmak için bir mola verdikten sonra 750 metre rakımlı Akalan, 880 metre rakımlı Şahinkaya mevkiine çıktık. Çingen Pınarı mevkiinde, 1200 metre yükseklikte otlanan Karayaka koyunlarını kendi habitatlarında görmek, restoranımda da kullandığım bu cinsin ne kadar özenle yetiştirildiği konusunda bilgi almak beni çok mutlu etti. İbrahim, Karadeniz bölgesinde tüm hayvancılık ile uğraşan köylüleri destekleyen ve yaptıkları işi sürdürebilmelerini sağlayan bir sistem kurmuş. Bunu bizzat görmek kesinlikle yolumuzu buralara kadar çevirmeye değdi doğrusu. Hava kararmadan geri dönme hayalimizden, sıcak birer çay içmek uğruna vazgeçip hava kararınca dönüş yoluna geçtik.
Üçüncü Gün.
Bugün yolumuz uzun, Samsun’dan sırasıyla Ordu, Giresun ve Trabzon’a geçmek üzere yola çıkıyoruz. İlk durağımız Ordu. Ordu’da uğramak istediğim yerlerden biri halk pazarı. Daha sonra mutfağımda da kullanmak istediğim fırın ununun peşinde ara sokaklarda yürürken, ceviz helvası satan Yalçın amca ile karşılaşıyoruz. 3 asırdan fazladır bu helvanın ailesi tarafından yapıldığını anlatıyor. 50 senedir bu helvayı yapıyormuş ve yapmayı dedesinden öğrenmiş.
Yemekten sonra tatlı niyetine bir miktar helva da aldıktan sonra Yalçın abi ile vedalaşıyoruz. PTT’yi geçince 2. dükkan olan Durhan Gıda’da fırın ununu bulabileceğimizi söyleyen takipçilerim sayesinde işimiz çok kolaylaşıyor. “Yerli Günunu’’ dedikleri normal mısırunu kısa sürede acıma yaptığı için yaptığı için fırın ununu tercih ediyorlarmış. Genelde kuymak yapımında, çorba aşının yoğunlaştırılmasında kullanılırmış. Yoğurtlu yemeklerde, pancar çorbasında katık olarak ekmek yapımında da kullanılırmış. Daha iri taneli olanını sadece pancar çorbasında kullandıklarını öğreniyoruz. Akkuş adında bir cins fasulye ile karşılaşır karşılaşmaz hemen onu da soruyorum. Ordu’ya has bir cins fasulye olan Akkuş, ıslatmaya gerek kalmadan 20 dakika içinde pişme özelliğine sahipmiş. Pek emin olmayarak, denemek için bir miktar satın alıyorum.
Alışverişimizi yaptıktan sonra, yemeden Ordu’yu terk etmememi söyledikleri Ordu tostunu yapan en eski ustanın yanında alıyoruz soluğu. 58 senedir tost yapıyor Kahraman Usta. Başladığı zamandan bu yana aynı tarifle kendi sucuğunu yapan Kahraman Usta, sucuğu bıçak ile ezerek kıyma haline getirip tost ekmeğine yerleştiriyor. Peynir ilave ettikten sonra ağır ağır pişmeye bırakıyor. Alıştığımız tost ekmeklerinin ölçüsünden en az 2 kat büyük tost ekmekleri önce gözümüzü korkutsa da hepsini bitirmem birkaç dakikamı alıyor. Gerçekten tadı, ilkokul zamanında okul büfesinden yediğimiz sucuklu tostlar ile aynı tatta ve beni geçmişe götürdüğü için kalbimi çaldı. Tatlı konusunda ise sadece ceviz helvası ile kalacağımı düşündüyseniz yanıldınız.
Tost üstüne soluğu Ordu’nun sade dondurmasını yemek üzere Denizciler Dondurmacısı’nda alıyoruz. Dondurmayı inek sütünden yapıyorlarmış. Uzun süreler kaynattıkları için karamelize olan sütten 73 yıldır aynı dondurmayı yapıyorlarmış. Buraların tüm sütlü dondurmalarının rengi sütlü kahve. Mutlaka yaz aylarında denenmeli. Dondurmaları yedikten sonra soluğu Giresun’daki Mustafa Patar’da alıyoruz. Fındıklı ve fındık ezmeli sütlü kadayıflarının ilk çıkış noktası, kadayıfı 1947’de dökmeye başlamışlar. 2000’li yıllarda Mustafa abi tatlıya çevirerek, yaptıkları kadayıfı tatlı olarak da satmaya başlıyor. İlk önce Ramazan aylarında fırınında kadayıf dökmeye başlayan dedesinden sonra, babası kadayıfı yıl boyuna yayıyor, 3. nesille beraber şimdi ise hem kadayıf hem de tatlıları ile meşhur. Yol üstünde günü noktalandırmadan önce son ziyaret ettiğim kasaba Görele. Görele’nin pidesinden o kadar bahsettiler ki, uğrayıp denemeden edemedim.
Mevsim itibarı ile kaçırdığım çok lezzet var, bir yeri tam anlamı ile keşfedebilmek için yılın farklı zamanları defalarca gitmek gerekiyor. Bu yüzden, ben bu seyahatte uğradığım şehirleri henüz yeni keşfetmeye başlamış olarak görüyorum. Bu keşif yolculuğunun ilk izdüşümleri de aslında sizlerle paylaştığım bu mekanlar.
Dördüncü Gün.
Sabah erkenden otomobille Hopa’ya doğru yola çıkıyoruz. Hedefimiz Hopa’dan Trabzon’a doğru inip havaalanında Şemsa ve Ali ile buluşmak. Bu yüzden hem yoğun hem de heyecanlı bir gün. Kahvaltımızı yapmak üzere Hopa’da Hızır dayının pide salonuna varıyoruz. Eskiden beri pideyi yuvarlak yaparlarmış. Pidesinin tadına vardıktan sonra, Kristal Pide Salonu’na uğruyoruz. Bana soracak olursanız, Karadeniz’in neresinde olursanız olun, 10 yıllardır süregelen pide kültürünü gelenek olarak günümüze taşımış her bölgede pide yemek her ne kadar birbirinin aynısı gibi görünse de ayrı bir keyif. Hopa’dan yolumuz Fındıklı’ya düşüyor ve tekrar mutlaka gidip yiyeceğim lezzette bir tost yemek için duruyoruz. 12 çeşit baharat ile harmanlanmış kaburga etinden bir sucuk kıyması ile tost yapan Orme Tost; 1984’den beri aynı tarzını koruyor. Kıyma yanında arzu ederseniz Rize kavurması ve kaşar ekleyebiliyorsunuz. Fındıklı’dan yönümüzü Pazar ilçesine çeviriyoruz ve Yeni Şafak fırınına uğruyoruz. Simit adını verdikleri küçük halka gevrekler pişiren fırın beraberinde kaşar, kavurma ve kahvaltılık da satıyor. Yol üstünde bir uğrayıp yolda yemelik küçük atıştırmalık fikri hiç fena gelmiyor kulağa.
Ardından Çayeli’ne uğruyoruz. Çayeli’nin ünlü Lale Lokantası’nda bir öğle yemeği iyi olur diye düşünüyoruz. Bilirsiniz, Çayeli kuru fasulyesi meşhurdur. Fasulye ile beraber, tereyağlı pilav ve kavurma da olmazsa olmaz üçlülerden biri. Öğle yemeğimizi yedikçe acıkıyoruz ve Çayeli’nden istikametimizi Rize’ye kırıyoruz. Rize’de Liman Lokantası, sanırım Karadeniz’de ilk yemek yediğim lokantaydı. Mutlaka öğle saatlerinde yemek tezgahının en zengin olduğu zaman uğramak lazım. Daha sonra, tatlıya yeriniz kalırsa Mavi Köşe’de, yeşil çay, siyah çay veya likapalı dondurmayı mutlaka denemenizi tavsiye ediyorum. E, o da kesmediyse bir sonraki durak Sütlaççı Mustafa olsun. Karamelize olmuş süt ile yapılmış fırın sütlacın cenneti olan Karadeniz’de, sadece sütlaç satan dükkan olması beni şaşırtmıyor ve sizi de şaşırtmayacağını düşünüyorum. Artık Ali ve Şemsa ile buluşma vakti. Istikamet Çamlıhemşin.
Beşinci Gün.
Akşam Ali ve Şemsa ile buluşup hasret giderdikten sonra, Moy Atölye’nin yaratıcısı Özlem ile bir kahvaltı yapıyoruz. Özlem bizi öğle yemeğinden önce Çamlıhemşin’de kahve içmeye götürüyor. Zua Coffee’de lezzetli kahvelerimizi içtikten sonra, hemen yan dükkan olan Peri Dükkan’dan birkaç Çamlıhemşin hatırası alıyorum. Artık öğle yemeği vakti geldi diye düşünüyoruz ve Ortan Köyü’ndeki Mola’ya gidiyoruz. Ahmet abi bizi karşılayıp hazırladıkları harika sofrada bizi ağırlıyor. Ortan Mola’da hem yemek yiyip hem de konaklayabiliyorsunuz fakat biz konaklamak üzere, Mola’nın “Plato’da Mola’’sının olduğu Pokut Yaylası’na çıkıyoruz. Çamlıhemşin’den Pokut’a çıkmak biraz zahmetli çünkü çok eski toprak yollardan ve dik yokuşlardan geçiyorsunuz. Neyse ki performansı oldukça yüksek olan BMW X2 otomobilim sayesinde hiç yorgunluk hissetmiyorum. “Plato’da Mola’’da akşam yemeğimizi yiyip hem Şemsa’nın hem de benim yol maceralarımızı konuşuyoruz.
Altıncı Gün.
Altıncı günün sabahı erkenden Ali ve Şemsa ile vedalaşıyoruz. Rotamızı Trabzon’a çevirmeden önce Çamlıhemşin’de Uğur Biryol’a uğrayıp Trabzon ile ilgili birkaç tüyo alıyoruz. Trabzon’da ilk durağımız Rüştü’nün Fırını. 1920 yılında kurulmuş fırın toplam 5 kuşaktır açık ve son 17 senedir fırının başında Yeşim Akıntürk var. Yeşim Hanım bize fırıncılık adetlerini anlatıyor. Eskiden sadece mısır ekmeği varken, yapılan büyük Trabzon ekmeğine “cici mama’’ denirmiş pahalı olduğu için. Geceleri ekmek pişiren fırınlar gündüzleri de pide pişirirlermiş. Aynı zamanda fırında helva da imal edilirmiş. 1940 yılı Alman Harbi’nde ekmek karne ile dağıtılırken, Rüştü Bey halka gizli gizli ekmek verirmiş. İşi her zaman ekmeği olan Rüştü Bey’in çizdiği yolda şu an torunu Yeşim Hanım yürüyor.
Yeşim Hanım ile hoş sohbetimizden sonra, iki sokak ötede yıllardır tadını bozmayan ve bundan emin olmak için tekrar denemek istediğim Kalkanoğlu Pilavcısı’na geçiyoruz. Kilo ile pilav ve kavurma satan Kalkanoğlu Pilavcısı’nın başında da yine nesilden nesile el verilmiş ustalığı devralan Arda Kalkanoğlu var. 1856 yılından beri bulunduğu yerde kuşaktan kuşağa hep aynı lezzette pilav yapmak da başlı başına saygı duyulacak bir durum. Trabzon’da iken mutlaka uğranmalı fakat öğlen vakti gidilmeli çünkü bu bölgedeki pilavlar her zaman bol tereyağlı yapılıyor. Yavaşça yol alma vakti olduğu için BMW otomobillerimize binip gece konaklayacağımız Nayino’ya varmadan önce Akçaabat’ta Komaroğlu Köftecisi’ne uğruyoruz. Artık istikametimiz Nayino. Bu gece son gecemiz ve ekiple güzel bir akşam yemeği yedikten sonra sabah erken yola çıkacağımız için istirahate çekiliyoruz.
Ben E70 karayolunun üzerinde gerçekten yoldan ayrılıp gitmeye, deneyimlemeye, görmeye değecek noktaların keşfi için yola çıktım. Bu seyahatim boyunca bana bilgileriniz ile kılavuz olduğunuz için çok teşekkür ederim. Yine tekrarlamak isterim ki, Karadeniz’i keşfetme yolculuğu hiç bitmez. Benimkisi bir yaz seyahatiydi fakat her mevsimin farklı güzelliklerini keşfedebilmek için, bu rotanın defalarca tekrarlanması gerekir bence. Bu seyahate sığdırabildiğim deneyimlerim şimdilik bu kadar. Daha nice deneyimler için BMWlicious lezzet rotasını takipte kalın.
*Yazar: Jelena Pecic; Fotoğraflar: Manuel Nagel | Yazı için kaynak: https://www.bmw.com/en/magazine/sustainability/The-travel-tester-in-Oslo.html