Çerezleri kullanmamız için izninizi yönetme aracımız geçici olarak çevrimdışı. Bu nedenle, çerez kullanımına izin vermenizi gerektiren bazı işlevler eksik olabilir.
‘JOLGO’.
Kendinizi akışa bırakmanın dayanılmaz hafifliği.
02.06.2020
Yaşadığımız son birkaç ay bizi kolektif olarak bazı aşamalardan geçirdi; hatta değişime ne kadar hızlı adapte olduğumuza şaşırır olduk. Eğitimler bulduk, öğrendik. Zamanı verimli kullanmanın yollarını aradık, bulduk, uyguladık... Sonra baktık ki nurtopu gibi bir yeniliklerden geri kalma endişesine sahip olmuşuz! Hayli aşina olduğumuz FOMO, ona cevap olarak gelen JOMO’dan sonra şimdi de JOLGO kavramı gündemde. Aslında 2019’un son zamanlarından beri konuşulan ancak şimdilerde daha da anlam kazanan ‘Joy of letting go’ nedir, birlikte göz atalım
MERHABA JOLGO (JOY OF LETTING GO).
Bir süredir, evde ertelediğimiz işleri tamamlamalı, online olarak gerçekleştirilen kültür sanat etkinliklerini kaçırmamalı, bol bol kitap okumalı ve kendimizi maksimum seviyede geliştirmeliyiz hissine kapıldık. Pandeminin baş gösterdiği ilk zamanlar Joy Blog’da da bolca işlediğimiz zamanımızı kaliteli geçirme ve kendimizi geliştirme konuları elbette çok önemli ancak bu bizim kendimizle verdiğimiz bir mücadele, bir yarış halini almamalı, değil mi? Tam da bu noktadayken yeni bir trendle tanışmış oluyoruz: Uzun zamandır aşina olduğumuz FOMO ve JOMO’dan sonra pandemi sürecinin bir getirisi olarak adından çokça söz ettirmeye başlayan JOLGO (Joy of Letting Go).
FOMO (Fear of Missing Out)’yu 2013 yılında Oxford sözlüğüne geçtiğinden bu yana düşünür ve dile getirir olduk, onu hayata dair bir duygu olarak tanıyoruz artık. FOMO’nun çok konuşulan bir şey olması farkındalığımızı artırmış, en azından bizi düşündürmüştü. Bir şeyleri kaçırma veya yeniliklerden geri kalma korkusu olarak da tanımlayabileceğimiz bu duygunun hemen karşısına konumlandırabileceğimiz JOMO (Joy of Missing Out) gelmişti bir süre sonra, yani bir şeyleri kaçırmanın verdiği keyif. FOMO’ya ceva olarak, JOMO’yu düşündük, onu elde etme üzerine fikir yürüttük bu kez. Her iki kavram da uzun yıllardır hayatımızda olsa da, pandemi süreciyle birlikte ortaya çıkan JOLGO’yu özümseyebilmek için biraz geriye gitmek istedik.
FOMO VE JOMO NASIL DOĞMUŞTU?
J. Walter Thompson Ajansı tarafından 2011 yılında, 1200’e yakın aktif sosyal medya kullanıcısıyla yapılan araştırmayı başlangıç noktası olarak alabiliriz. Bu araştırmada, kullanıcıların %40’ının sosyal medyanın, yenilikleri kaçırma endişelerini körüklediğini söylediği sonucuna varılmış. Her 10 kişiden 8'iyse insanların sosyal medyada kendileri ve yaptıklarıyla övündüğünü düşündüğünü ifade etmiş. Bu sonuçları günlük yaşama uyarlarsak aslında sosyal medyada fazla zaman geçirmenin bize pek de iyi gelmediğinin ve çevremizdeki başka hayatlarla ilgili gördüklerimizin gerçeği tam olarak yansıtmadığının farkındayız, buna rağmen hem sosyal medyada karşımıza çıkanlardan hem de sosyal çevremizde olan yeniliklerden geride kalmaktan kaygı duyuyoruz.
Bu noktada, JOMO’yla tanıştığımız ilk zamanları hatırlamakta fayda var. JOMO aracılığıyla, ilk olarak kendimize şu soruyu sormuştuk: Bir şeyleri kaçırmak bana ne gibi bir keyif verebilir ki? Karşılığındaysa, yaşadığımız çevrede gerçekleşen tüm etkinliklerden telefonlarımıza anlık olarak gelen bildirimlere; sürekli ve büyük bir hızla değişen, dönüşen, farklılaşan bir temponun sürdürülebilir olmadığı gerçeğiyle yüzleşmiştik. Bu noktada JOMO için, kısmen çaba gerektiren bir konsept diyebiliriz. Bir düşünün: Bugüne kadar etrafınızda olan her şeyden hızlıca haber almaya ve hepsine doğrudan olumlu veya olumsuz bir tepki göstermeye, yanıt vermeye alışmış olan siz; gün geliyor, koltuğunuzda arkanıza yaslanıp her birine dur diyorsunuz. Yani bu geçiş beraberinde, telefon ve bilgisayarınızda ne kadar zaman geçirdiğinizin takibini yapan aplikasyonlardan yararlanmak, gün içinde kendinize sosyal medyadan uzak kaldığınız saatler yaratmak gibi kuralları ve uygulamaları getiriyor. Deneyip de kalıcı olarak bir farklılaşma sağlayanlar tebriği hak ediyor.
Önce FOMO vardı, sonra JOMO, şimdiyse trend ‘Joy of Letting Go’.
Yaşadığımız son birkaç ay bizi kolektif olarak bazı aşamalardan geçirdi; hatta değişime ne kadar hızlı adapte olduğumuza şaşırır olduk. Eğitimler bulduk, öğrendik. Zamanı verimli kullanmanın yollarını aradık, bulduk, uyguladık... Sonra baktık ki nurtopu gibi bir yeniliklerden geri kalma endişesine sahip olmuşuz! Hayli aşina olduğumuz FOMO, ona cevap olarak gelen JOMO’dan sonra şimdi de JOLGO kavramı gündemde. Aslında 2019’un son zamanlarından beri konuşulan ancak şimdilerde daha da anlam kazanan ‘Joy of letting go’ nedir, birlikte göz atalım
MERHABA JOLGO (JOY OF LETTING GO).
Bir süredir, evde ertelediğimiz işleri tamamlamalı, online olarak gerçekleştirilen kültür sanat etkinliklerini kaçırmamalı, bol bol kitap okumalı ve kendimizi maksimum seviyede geliştirmeliyiz hissine kapıldık. Pandeminin baş gösterdiği ilk zamanlar Joy Blog’da da bolca işlediğimiz zamanımızı kaliteli geçirme ve kendimizi geliştirme konuları elbette çok önemli ancak bu bizim kendimizle verdiğimiz bir mücadele, bir yarış halini almamalı, değil mi? Tam da bu noktadayken yeni bir trendle tanışmış oluyoruz: Uzun zamandır aşina olduğumuz FOMO ve JOMO’dan sonra pandemi sürecinin bir getirisi olarak adından çokça söz ettirmeye başlayan JOLGO (Joy of Letting Go).
FOMO (Fear of Missing Out)’yu 2013 yılında Oxford sözlüğüne geçtiğinden bu yana düşünür ve dile getirir olduk, onu hayata dair bir duygu olarak tanıyoruz artık. FOMO’nun çok konuşulan bir şey olması farkındalığımızı artırmış, en azından bizi düşündürmüştü. Bir şeyleri kaçırma veya yeniliklerden geri kalma korkusu olarak da tanımlayabileceğimiz bu duygunun hemen karşısına konumlandırabileceğimiz JOMO (Joy of Missing Out) gelmişti bir süre sonra, yani bir şeyleri kaçırmanın verdiği keyif. FOMO’ya ceva olarak, JOMO’yu düşündük, onu elde etme üzerine fikir yürüttük bu kez. Her iki kavram da uzun yıllardır hayatımızda olsa da, pandemi süreciyle birlikte ortaya çıkan JOLGO’yu özümseyebilmek için biraz geriye gitmek istedik.
FOMO VE JOMO NASIL DOĞMUŞTU?
J. Walter Thompson Ajansı tarafından 2011 yılında, 1200’e yakın aktif sosyal medya kullanıcısıyla yapılan araştırmayı başlangıç noktası olarak alabiliriz. Bu araştırmada, kullanıcıların %40’ının sosyal medyanın, yenilikleri kaçırma endişelerini körüklediğini söylediği sonucuna varılmış. Her 10 kişiden 8'iyse insanların sosyal medyada kendileri ve yaptıklarıyla övündüğünü düşündüğünü ifade etmiş. Bu sonuçları günlük yaşama uyarlarsak aslında sosyal medyada fazla zaman geçirmenin bize pek de iyi gelmediğinin ve çevremizdeki başka hayatlarla ilgili gördüklerimizin gerçeği tam olarak yansıtmadığının farkındayız, buna rağmen hem sosyal medyada karşımıza çıkanlardan hem de sosyal çevremizde olan yeniliklerden geride kalmaktan kaygı duyuyoruz.
Bu noktada, JOMO’yla tanıştığımız ilk zamanları hatırlamakta fayda var. JOMO aracılığıyla, ilk olarak kendimize şu soruyu sormuştuk: Bir şeyleri kaçırmak bana ne gibi bir keyif verebilir ki? Karşılığındaysa, yaşadığımız çevrede gerçekleşen tüm etkinliklerden telefonlarımıza anlık olarak gelen bildirimlere; sürekli ve büyük bir hızla değişen, dönüşen, farklılaşan bir temponun sürdürülebilir olmadığı gerçeğiyle yüzleşmiştik. Bu noktada JOMO için, kısmen çaba gerektiren bir konsept diyebiliriz. Bir düşünün: Bugüne kadar etrafınızda olan her şeyden hızlıca haber almaya ve hepsine doğrudan olumlu veya olumsuz bir tepki göstermeye, yanıt vermeye alışmış olan siz; gün geliyor, koltuğunuzda arkanıza yaslanıp her birine dur diyorsunuz. Yani bu geçiş beraberinde, telefon ve bilgisayarınızda ne kadar zaman geçirdiğinizin takibini yapan aplikasyonlardan yararlanmak, gün içinde kendinize sosyal medyadan uzak kaldığınız saatler yaratmak gibi kuralları ve uygulamaları getiriyor. Deneyip de kalıcı olarak bir farklılaşma sağlayanlar tebriği hak ediyor.
" Yaşamın tüm getirdiklerine açık olmak, hayatın döngüsüne güvenmek; mükemmeliyetçilikten uzaklaşıp özgürleşmek ve birazcık da teslimiyetçilik: JOLGO. "
AKIŞA BIRAKMANIN KEYFİ.
Bu açıdan bakarsak FOMO ve JOMO, madeni bir paranın iki farklı yüzü gibi, birbirlerinin tam anlamıyla zıttılar. FOMO’da kısmi bir sürükleniş halindeyiz, JOMO ise zamanımızı ve daha genel bir çerçevede, tüm hayatımızı çaba göstererek, bilinçli olarak şekillendirmeyi kapsıyor. İşte şimdi, JOLGO’ya dair derin bir anlayış geliştirmek çok daha kolay çünkü o, her ikisini de içine alan, çok daha kapsamlı bir bakış açısı.
JOLGO (Joy of Letting Go)’yu akışa bırakmanın keyfi olarak tanımlayabiliriz. Yaşamın tüm getirdiklerine açık olmak, hayatın döngüsüne güvenmek; mükemmeliyetçilikten uzaklaşıp özgürleşmek, biraz da teslimiyet duygusuna sığınmak. Tabii bunun için insanın kendi iç sesiyle iletişimde kalması, odağını kendisine çevirerek duygularına, düşüncelerine kulak vermesi gerekiyor. Örneğin, yemek yiyeceğinizde önce bedeninizin gerçekten neye ihtiyacı olduğunu anlamaya çalışmak, ondan gelen sinyalleri dinlemekten söz ediyoruz. Ya da boş zamanınız olduğunda, üzerinizde o zamanı maksimum verim alarak geçirme baskısını hissetmeden, ruhunuzu besleyeceğini düşündüğünüz ve içinizden gelen aktiviteyi yapmaya başlamaktan.
JOLGO VE PANDEMİ DÖNEMİ.
Pandemi dönemi sebebiyle gerçekleştiremediğiniz veya şimdilik duraksamasına izin vermek durumunda kaldığınız proje ve hedefleriniz olabilir; her birinin doğru zamanda ve doğru koşullar altında gerçekleşeceğine inanmak, tam da JOLGO’yla uyumlu bir seçim. Elbette bu, hayatımızda bir sebepten dolayı gerçekleşmeyen şeylerden tamamen vazgeçmek veya hiç aksiyon almadan beklemek anlamına gelmiyor. Tersine JOLGO size, söz konusu proje ve hedeflerinize bu günlerde daha sıkı tutunmanızı, içinde bulunduğunuz koşullar altında yapabileceklerinize odaklanmanızı ve o gün geldiğinde, tüm hazırlıklarınızı yapmış olarak harekete geçmenizi söylüyor.
JOLGO’nun hayatlarımıza tam da bu süreçte girmesi tesadüf değil elbette. Birçoğumuz evlerimizde olsak bile; erişime açılan tüm konserleri, tiyatroları, belgeselleri ve diğer kaynakları kaçırmamaya çalışıyor, uzun zamandır vakit ayıramadığımız kitapları bitirmek için çabalıyor, yeni hobi arayışları peşinde koşarak kendimizi geliştirmek için mücadele ediyoruz. Evet, bu tutku çok değerli ancak JOLGO bize, her şeyin biraz bekleyebileceğini söylüyor. Dışarıda akan yaşam veya ev ortamı fark etmeksizin, bırakmanın sevincini yaşamayı öğütlüyor.
JOLGO DENEYİMLERİ.
The New York Times yazarlarından Ruth La Ferla, JOLGO’yla tanışma hikayesini paylaştığı yazısında; evde kaldığı ilk günlerden başlayarak gündemine uzun zamandır beklettiği işlerini ve yaratmak istediği rutinleri aldığını anlatıyor. Ruth La Ferla, zaman geçtikçe tüm bu işlerden ve rutinlerden sıkıldığını fark etmeye ve bunları neden yaptığını sorgulamaya başlamış. Derken içinde bulduğu bu yeni rahatlık halini çok sevmiş ve hayatın akışına teslim olmanın ona neşe ve keyif verdiğini görmüş.
JOLGO’nun bize aktardığı fikri, Klinik Psikolog Priyanka Verma’nın sözleri de destekliyor: “Karantina günlerinde insanlar, duygusal anlamda bir rahatsızlık duygusunu ister istemez yaşamak durumundalar. Tek seçenekse, gerçeği olduğu gibi kabul etmek…” Danışman Kamna Chibber ise, “Herkesin adapte olmaya itildiği böyle bir senaryoda JOLGO, içinde bulunduğumuz durumla başa çıkmayı ve pozitif bir ruh halini korumayı kolaylaştırıyor.” diyor.
AKIŞA BIRAKMANIN KEYFİ.
Bu açıdan bakarsak FOMO ve JOMO, madeni bir paranın iki farklı yüzü gibi, birbirlerinin tam anlamıyla zıttılar. FOMO’da kısmi bir sürükleniş halindeyiz, JOMO ise zamanımızı ve daha genel bir çerçevede, tüm hayatımızı çaba göstererek, bilinçli olarak şekillendirmeyi kapsıyor. İşte şimdi, JOLGO’ya dair derin bir anlayış geliştirmek çok daha kolay çünkü o, her ikisini de içine alan, çok daha kapsamlı bir bakış açısı.
JOLGO (Joy of Letting Go)’yu akışa bırakmanın keyfi olarak tanımlayabiliriz. Yaşamın tüm getirdiklerine açık olmak, hayatın döngüsüne güvenmek; mükemmeliyetçilikten uzaklaşıp özgürleşmek, biraz da teslimiyet duygusuna sığınmak. Tabii bunun için insanın kendi iç sesiyle iletişimde kalması, odağını kendisine çevirerek duygularına, düşüncelerine kulak vermesi gerekiyor. Örneğin, yemek yiyeceğinizde önce bedeninizin gerçekten neye ihtiyacı olduğunu anlamaya çalışmak, ondan gelen sinyalleri dinlemekten söz ediyoruz. Ya da boş zamanınız olduğunda, üzerinizde o zamanı maksimum verim alarak geçirme baskısını hissetmeden, ruhunuzu besleyeceğini düşündüğünüz ve içinizden gelen aktiviteyi yapmaya başlamaktan.
JOLGO VE PANDEMİ DÖNEMİ.
Pandemi dönemi sebebiyle gerçekleştiremediğiniz veya şimdilik duraksamasına izin vermek durumunda kaldığınız proje ve hedefleriniz olabilir; her birinin doğru zamanda ve doğru koşullar altında gerçekleşeceğine inanmak, tam da JOLGO’yla uyumlu bir seçim. Elbette bu, hayatımızda bir sebepten dolayı gerçekleşmeyen şeylerden tamamen vazgeçmek veya hiç aksiyon almadan beklemek anlamına gelmiyor. Tersine JOLGO size, söz konusu proje ve hedeflerinize bu günlerde daha sıkı tutunmanızı, içinde bulunduğunuz koşullar altında yapabileceklerinize odaklanmanızı ve o gün geldiğinde, tüm hazırlıklarınızı yapmış olarak harekete geçmenizi söylüyor.
JOLGO’nun hayatlarımıza tam da bu süreçte girmesi tesadüf değil elbette. Birçoğumuz evlerimizde olsak bile; erişime açılan tüm konserleri, tiyatroları, belgeselleri ve diğer kaynakları kaçırmamaya çalışıyor, uzun zamandır vakit ayıramadığımız kitapları bitirmek için çabalıyor, yeni hobi arayışları peşinde koşarak kendimizi geliştirmek için mücadele ediyoruz. Evet, bu tutku çok değerli ancak JOLGO bize, her şeyin biraz bekleyebileceğini söylüyor. Dışarıda akan yaşam veya ev ortamı fark etmeksizin, bırakmanın sevincini yaşamayı öğütlüyor.
JOLGO DENEYİMLERİ.
The New York Times yazarlarından Ruth La Ferla, JOLGO’yla tanışma hikayesini paylaştığı yazısında; evde kaldığı ilk günlerden başlayarak gündemine uzun zamandır beklettiği işlerini ve yaratmak istediği rutinleri aldığını anlatıyor. Ruth La Ferla, zaman geçtikçe tüm bu işlerden ve rutinlerden sıkıldığını fark etmeye ve bunları neden yaptığını sorgulamaya başlamış. Derken içinde bulduğu bu yeni rahatlık halini çok sevmiş ve hayatın akışına teslim olmanın ona neşe ve keyif verdiğini görmüş.
JOLGO’nun bize aktardığı fikri, Klinik Psikolog Priyanka Verma’nın sözleri de destekliyor: “Karantina günlerinde insanlar, duygusal anlamda bir rahatsızlık duygusunu ister istemez yaşamak durumundalar. Tek seçenekse, gerçeği olduğu gibi kabul etmek…” Danışman Kamna Chibber ise, “Herkesin adapte olmaya itildiği böyle bir senaryoda JOLGO, içinde bulunduğumuz durumla başa çıkmayı ve pozitif bir ruh halini korumayı kolaylaştırıyor.” diyor.
Kimi zaman etrafınızda olan yeniliklerden geri kalmamanın endişesini yaşayabilir, kimi zaman kendinizle baş başa kalmak ve bundan keyif almak için bilinçli olarak vakit yaratmaya çalışabilirsiniz; JOLGO’nun içinde her ikisini de yer var, çünkü her ikisi de bizim gerçeğimiz.
THE 8
Yeni BMW 8 Serisi, olağanüstü sürüş dinamiklerini ve BMW lüks sınıfının üst düzey kalite standartlarını bir araya getirerek ikonik otomobiller yaratıyor. Coupé, gran coupé ve cabrio gövdelerine sahip BMW 8 Serisi otomobillerinin benzersiz tasarımları, yüksek performanslı motorları, etkileyici konfor ve yenilikleri, ayrıcalıklı sportifliği yeni zirvelere taşıyor.