Çerezleri kullanmamız için izninizi yönetme aracımız geçici olarak çevrimdışı. Bu nedenle, çerez kullanımına izin vermenizi gerektiren bazı işlevler eksik olabilir.
MAKİNELER RÜYA GÖREBİLİR Mİ?
Refik Anadol ile Joy Blog’a özel bir söyleşi.
Üç yıldır NASA JPL ile çalışan Refik Anadol, ‘Makine Hatıraları: Uzay’ sergisinde, uzaya gönderilen teleskoplardan elde edilen iki milyon veriyi uzaydaki ses kayıtları ve klasik müzikle harmanlayarak unutulmayacak bir deneyim tasarlıyor. BMW'nin de ana sponsorları arasında yer aldığı ve 19 Mart’ta PİLEVNELİ Dolapdere’de ziyarete açılan bu büyüleyici sergiyi sizin için gezdik; Refik Anadol ile inanılmaz yoğun ilgi gören sergisine, uzaya, makinelere ve yapay zekaya olan merakına dair dolu dolu bir sohbet gerçekleştirdik…
06.04.2021
Makine, uzay ve rüya kavramlarının yapay zekâ teknolojileriyle ele alındığı sergi; Hatıralar ve Düşler olmak üzere birbiriyle bağlantılı iki bölümden oluşuyor. Hatıralar bölümünde yapay zekâ yardımıyla uzayda toplanan ham veriler, dinamik tablolara ve veri heykellerine dönüşüyor. İkinci bölüm Düşler'de ise seyircilerin de içerisine fiziksel olarak dahil olabileceği on beş dakikalık bir yapay zekâ sineması yer alıyor. ‘Makine Hatıraları: Uzay’a dair merak edilenleri gelin Refik Anadol’dan dinleyelim…
REFİK ANADOL İLE YENİ BMW 5 SERİSİ.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü (VCD) fotoğraf ve video alanında başlayan lisans eğitiminizden sonra UCLA Kaliforniya Üniversitesi Medya Sanatları Tasarımı Bölümü’nde yüksek lisans eğitimini tamamladınız. Yeni medya sanatına yönelmeniz, eğitiminiz doğrultusunda mı gerçekleşti?
Refik Anadol: İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde fotoğraf ve video alanında başlayan lisans eğitimim bir sene kadar sürdü, sonrasında üç yıl Görsel İletişim Tasarımı Programı’nda çift anadal yaptım. Hikâye, tasarımın her alanına olan ilgimle birlikte gelişmeye başladı. Tasarım, teknoloji ve birçok farklı mecrayı bir arada kullanabilme yeteneği ve heyecanı Bilgi VCD yıllarında ortaya çıktı. Tamamen doğal bir geçiş süreci olduğunu söyleyebilirim.
Yeni medya alanındaki deneyimim özellikle UCLA’deki ikinci yüksek lisansım sırasında ivme kazandı. Orada alanının öncü isimleriyle çalışma şansı elde ettim. Bir alanda öncülerle çalışabilmek dahi çok değerliyken özellikle akademide bu bambaşka bir deneyime dönüşüyor. Bilgi VCD’de de öncü isimler yer alıyordu fakat UCLA’deki öncü akademisyenler daha da fazla ileriye gidebilmeme vesile oldu.
Yapay zekâ ile veri heykelleri tasarlıyorsunuz, bundan yola çıkarak Refik Anadol bir yapay zekâ sanatçısıdır diyebilir miyiz?
2016 yılından bu yana, ilk jenerasyon yapay zekâ sanatçıları arasında yer alıyorum. O yıllarda benim dışımda yapay zekâ ile işler üretebilen Mario Klingemann ve birkaç sanatçı daha vardı. Diğer sanatçılar resim ve heykel gibi farklı alanlarda çalışmalarını gerçekleştirdi. Ben de yapay zekâyı mimariyle buluşturmak üzere mekanlar, deneyimler ve mimari formda heykeller tasarladım, kamusal alana yöneldim. Yapay zekâ sanatının başlamasına ve gelişmesine katkı sağlayan sanatçılardan biriyim diyebilirim.
Şahsen en büyük artım Google’ın daveti ile katıldığım sanatçı programı oldu. Çok büyük bir fırsattı, kimsenin ulaşamadığı algoritmalara, eğitim sistemlerine, birçok soru ve cevaba erişebildim. Sonrasında da Intel, Siemens, Nvidia ve IBM gibi dev markalarla yapay zekâya yönelik ortak işler gerçekleştirdik.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü (VCD) fotoğraf ve video alanında başlayan lisans eğitiminizden sonra UCLA Kaliforniya Üniversitesi Medya Sanatları Tasarımı Bölümü’nde yüksek lisans eğitimini tamamladınız. Yeni medya sanatına yönelmeniz, eğitiminiz doğrultusunda mı gerçekleşti?
Refik Anadol: İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde fotoğraf ve video alanında başlayan lisans eğitimim bir sene kadar sürdü, sonrasında üç yıl Görsel İletişim Tasarımı Programı’nda çift anadal yaptım. Hikâye, tasarımın her alanına olan ilgimle birlikte gelişmeye başladı. Tasarım, teknoloji ve birçok farklı mecrayı bir arada kullanabilme yeteneği ve heyecanı Bilgi VCD yıllarında ortaya çıktı. Tamamen doğal bir geçiş süreci olduğunu söyleyebilirim.
Yeni medya alanındaki deneyimim özellikle UCLA’deki ikinci yüksek lisansım sırasında ivme kazandı. Orada alanının öncü isimleriyle çalışma şansı elde ettim. Bir alanda öncülerle çalışabilmek dahi çok değerliyken özellikle akademide bu bambaşka bir deneyime dönüşüyor. Bilgi VCD’de de öncü isimler yer alıyordu fakat UCLA’deki öncü akademisyenler daha da fazla ileriye gidebilmeme vesile oldu.
Yapay zekâ ile veri heykelleri tasarlıyorsunuz, bundan yola çıkarak Refik Anadol bir yapay zekâ sanatçısıdır diyebilir miyiz?
2016 yılından bu yana, ilk jenerasyon yapay zekâ sanatçıları arasında yer alıyorum. O yıllarda benim dışımda yapay zekâ ile işler üretebilen Mario Klingemann ve birkaç sanatçı daha vardı. Diğer sanatçılar resim ve heykel gibi farklı alanlarda çalışmalarını gerçekleştirdi. Ben de yapay zekâyı mimariyle buluşturmak üzere mekanlar, deneyimler ve mimari formda heykeller tasarladım, kamusal alana yöneldim. Yapay zekâ sanatının başlamasına ve gelişmesine katkı sağlayan sanatçılardan biriyim diyebilirim.
Şahsen en büyük artım Google’ın daveti ile katıldığım sanatçı programı oldu. Çok büyük bir fırsattı, kimsenin ulaşamadığı algoritmalara, eğitim sistemlerine, birçok soru ve cevaba erişebildim. Sonrasında da Intel, Siemens, Nvidia ve IBM gibi dev markalarla yapay zekâya yönelik ortak işler gerçekleştirdik.
MAKİNELERİN DÜŞÜNEBİLECEĞİNE İNANIYORUM.
Yapay zekâ teknolojilerinin geleceğine dair düşünceleriniz ve öngörüleriniz neler?
Makinelerin düşündüklerine ya da bir gün düşünebileceklerine inanıyorum. Fakat bunu ne zaman ve nasıl yapacakları konusunda henüz emin olduğumu söyleyemem. Bu konunun tam anlamıyla kavranabilmesi için ilk olarak bilincin ne olduğunu ölçmemiz gerekiyor. İnsanlık olarak bilinçle ilgili derdimiz var, yani bilimsel anlamda çözülemeyen bir dert bu. Dolayısıyla ölçemediğimiz bilincin bir makinede olabilmesi ihtimali, şu an için mantıklı gelmiyor. Peki bilinci deneyimleyebilmek için simülasyonlar olabilir mi? Tabii ki olabilir. Ama bu konuda bir anlam çıkarmak insanlık için henüz kolay gözükmüyor.
Gelecekte yapay zekâ sayesinde insanlığın çok ağır problemlerini çözmeye başlayacağız. Örneğin mRNA aşısının bulunması aslında yapay zekâ sayesinde geliştirilen bir çalışma. Eğer yapay zekâ olmasaydı belki de aşı geliştirmek imkânsız olacaktı. Ayrıca yapay zekâ protein bükme yöntemlerini de çözebilir hale geldi. Gelecekte yapay zekânın; kanser, Alzheimer ve depresyon gibi hastalıkların tedavisine yardımcı olacağını düşünüyorum, yani kuvvetle muhtemel önümüzdeki on yıl bu tür gelişmeleri konuşacağız.
Genel kanının aksine yapay zekânın geleceğine dair korku senaryolarına inanmıyorum. Tabii ki her teknolojide olduğu gibi ramifikasyonlar meydana gelebiliyor. Yapay zekânın da hatası, yanlışı olacak, insanlığın aynası sonuçta. İyi insan da var kötü insan da. Her problemin çözülebildiği gibi yapay zekânın problemleri de ufak ufak çözülecek türden şeyler gibi geliyor bana. Zararındansa faydasının çok daha fazla olduğunu düşünüyorum.
“Yapay zekânın ileride kanser, Alzheimer, depresyon gibi hastalıkların tedavisine yardımcı olacağını düşünüyorum.”
"Makine Hatıraları: Uzay” serginizle seyircilere nasıl bir bakış açısı kazandırmayı hedefliyorsunuz? Makina, uzay ve rüya kavramlarının bir araya gelmesi fikri nasıl ortaya çıktı?
Son beş yıldır dünyanın farklı yerlerinde mimari yapıları değiştirip dönüştürerek hikâyeler anlatmaya çalışıyorum. Bu hikâyeler genelde büyük veriler ya da kendi tanımımla; kolektif hatıralar doğrultusunda gerçekleşiyor. Kolektif hatıralar kişisel meselelerden ziyade daha çok; uzay, zaman, mekan ve doğa gibi insanlığa mal olmuş hatıralara ve onlarla yapabileceklerimize odaklanıyor. Egosantrik kişisel veriler zaten yeteri kadar problem yaratıyor insanlığa…
Bu hikâyeleri anlatırken bir yandan da makinelerle olan derdim devam ediyordu. “Makine hatırlayabilir mi, görebilir mi? Hafızası var mı, hatırlayabiliyorsa rüya görebilir mi?” Kısaca söylemek gerekirse ‘Makine Hatıraları: Uzay’ bu sorulara odaklanan bir sergi. NASA JPL’nin uzaydan elde ettiği 60 yıllık verileri, sinema ve sanattan ilham alıp veri heykel ve resimlerine dönüşerek izleyiciye bir mekan deneyimi yarattık.
Serginin fonksiyonel bir tarafı da var. Bunu umarım herkes görebilir, özellikle QR kodları kullanmak algoritmaların daha iyi algılanmasına yardımcı oluyor. İşlerin neden ve nasıl yapıldığını anlamak isteyenler için birçok veri paylaşılıyor. Hayal gücünü de unutmamak gerek, sonuçta sergideki işler simülasyonlardan oluşuyor. Geleceğin mimarisi de bence böyle olacak. VR ve XR gibi aparatlar takmadan da gerçekliği deneyimleyebileceğiz. Bu konu çok ilgimi çekiyor, yani yapay zekâ ile mimariyi, resim ve heykeli speküle edebilme durumu… Tüm bu alanları genişletebilmek, yeni sorular sormak ve umuyorum ilham vererek katılımcılara da başka sorular sordurabilmek. Teleskoplara ait ham veriler ve yapay zekânın kararları şeffaf bir biçimde incelenebiliyor. Normal şartlarda sanat alanında bunu görmek biraz garip gelebilir, örneğin bir ressamın işlerini üretirken sürece dair şeyleri bilmek zorunda değilsiniz. Ya da sanatçının böyle bir kaygısı olmak zorunda da değil. Bu serginin kamuya mâl olması, izleyiciye yeni sorular sordurabilmek adına verilerin şeffaf olarak paylaşılması benim için çok önemliydi. Amacım işlerin sadece parlak piksellerden ibaret değil, aynı zamanda derinliği olduğunu, arka plandaki elementlerle anlatmaktı. Evet sergi insanları büyüleyebiliyor ama en nihayetinde insanlara ilham olması ve algoritmaları öğretebilmek adına ekranlarda her şey şeffafça paylaşılıyor.
KLİŞELERİN DIŞINA ÇIKMAK.
‘Makine Hatıraları: Uzay’, Hatıralar ve Düşler olarak iki bölümden oluşuyor. Düşler bölümünde yer alan yapay zekâ sineması çok etkileyiciydi, peki yapay zekâ sineması fikri nasıl gelişti?
2011 yılında İstanbul’da izleyiciyi çevreleyen ilk işimi yapmamla birlikte, izleyicinin bir şekilde fikrin içine dahil olabilmesi üzerinde düşündüm. İlgimi çeken bu ihtimalin araştırması aslında biraz daha eskiye, Gene Youngblood’ın yazdığı Expanded Cinema kitabına dayanıyor. Her yeni medya sanatçısının 101’i ve başucu kitabı olarak gösterilen, akademisyenler tarafından tavsiye edilen bu eser 60’lar ve 70’lerdeki dâhi insanların sinema alanlarını dönüştürmesi, farklılaştırmasına odaklanıyor. Mesela 1958 yılında mimari ve görsel sanat dallarının sentezinden oluşan Philips Pavyonu o dönem için benzersiz bir deneyim sergilemiş.
Sinemayı hiçbir zaman klasik, iki boyutlu sıkıcı bir perde olarak görmedim. Nasıl sinema izlendikten sonra hayatımıza bir iz düşümü yapar, filmden çıktıktan sonra bile o etkiyi taşırız. İşte aynı fikri farklı bir şekilde görmek istedim. Klişeleşmiş giriş, gelişme ve sonuçtan uzak bir deneyimdi ilgilendiğim. Yapay zekâ yardımıyla seyirciyi alışılmış fiziksel gerçeklikten, özellikle yer çekiminin yarattığı ön görülebilir sıkıcı fiziksellikten 15 dakikalığına olsa da çıkarmak istedim.
NASA JPL (Jet İtki Laboratuvarı) ile çalışıyorsunuz, NASA’yla birlikte çalışmak sanatınıza ve çalışmalarınıza ne gibi katkılar sağladı?
Son üç yıldır dünyanın belki de en biricik uzay araştırması yapan insanlarını tanımak, onlarla kahve içmek, birlikte düşünüyor olmak tabii ki çalışmalarımı ve hayatımı çok etkiledi. Haftalarca ve günlerce onların tutkularını ve düşüncelerini hayranlıkla izledim. Toplantılardan toplantılara koştum. Her bir toplantı sonrası yeni sorular ortaya çıktı zihnimde. Karşılıklı bir ilham alışverişi söz konusuydu, onlar bana ben de onlara ilham olabiliyordum.
‘Makine Hatıraları: Uzay’ sergisi fikri de bu şekilde ortaya çıktı. Mars’a giden ve geri dönen teleskopların verilerine ulaşabilmek inanılmaz bir ayrıcalıktı. Ama bu öyle havadan gelen bir fırsat olarak da değerlendirilmemeli. 2011 yılında dünyanın ilk veri heykelini yapmam, 2015 yılında San Francisco’da dünyanın ilk üç boyutlu veri heykelini mimari olarak şehre konumlamam ve diğer projelerim ortak çalışmamıza öncü oldu diyebilirim. Bu muazzam tecrübeyi umarım her sanatçı deneyimleyebilir.
SES GETİRECEK YENİ PROJELER YOLDA.
Mimariye bakış açınızın projelerinize yansıdığını görüyoruz. 2018'de Los Angeles'ta, Frank Gehry’nin tasarladığı Walt Disney Konser Salonu'nu WDCH Dreams projenizle rengarenk bir tuvale dönüştürdünüz. Frank Gehry ile çalışırken neler hissettiniz? Gelecekte mimariyle ilişkili daha çok işleriniz olacak mı?
Frank Gehry için sık sık “kızgın bir dede” benzetmesi yapılır, otantik olmayan hiçbir şeyi beğenmeyen, farklı ve yeni şeyleri seven hırslı bir insan olduğu söylenir hep. Kötü fikre kötü diyebilecek dürüstlükte, zamanında fikri iyi olmayanları yıkıp geçmiş, lafını esirgemeyen bir karakter.
Projenin en başından en sonuna kadar asla hayır demedi, hiçbir şeye karşı çıkmadı, fikri çok beğendi ve daima destek oldu. Onunla çalışmak müthiş bir deneyimdi. Hayalin hep arkasındaydı, ekibiyle dosyaları ve çizimleri paylaştılar. Hatta ekibiyle birlikte konser salonunun etrafına kilometrelerce fiber kablo döşedik. Medya mimarisi, yani medya sanatlarının gerçekleşebilme ihtimali ancak ve ancak mimar ve sanatçının bir araya gelmesiyle ortaya çıkan bir durum. Yani ben sadece “Hadi şu binaya bir şey yapayım!” deseydim aynı derinliğe inemezdim diye düşünüyorum. Kurulan diyalog sayesinde işler çok daha anlamlı hale geliyor. Mesela Zaha Hadid’in Seul’deki DDP binası işimde de aynı diyaloğu kurmak isterdim, keşke yaşasaydı dediğim çok oldu. Bir şeyler eksik kaldı, çünkü onunla konuşamadım. Duyamadım hislerini, tabii ki araştırdım ama diyalog kurmakla bambaşka bir deneyim elde ediyorsunuz.
Çok anlamlı birkaç bina var dünyaca bilinen, onların üzerinde çalışıyoruz. Şu an için açıklaması erken fakat efsane ölçekte projelerin geldiğini söyleyebilirim.
Serginizin açılışında ekibinizden bahsederek 10 farklı milletten olduğunuzu vurguladınız, Refik Anadol Studio bünyesindeki yapay zekâ araştırma ekibinize nasıl bir sinerji hakim?
Çok ulusluluk ve çok kültürlülük muazzam bir şey, hele ki yapay zekâyla çalışıyorsanız. Derdiniz sanatın herkese ve her yaşa ulaşıyor olması ise başka bir opsiyon düşünemiyorum. Başka kültürlere dair verilerle çalışıyorsanız bunu kendi limitli bilincinizle yapmanız çok zor, dolayısıyla çok uluslu düşünebilmek inanılmaz katkılar sağlıyor. Beraber düşünebilmek, hepimizin “nerd” ve kod biliyor olması ama bir yandan da yaptığımız şeyin sanat olduğunu unutmadan hareket ediyor olmak… Kısacası sanatla insanların kalbine ve ruhuna değebilme ihtimalimiz, herkesin işini çok iyi yapmasını sağlıyor. Çok ulusluluk hem geleceğin sanatını hem de düşünce sistemini temsil ediyor.
Los Angeles’ta yaşıyor olmak, sanatçı kimliğinize nasıl etki ediyor?
Büyük bir artısı olduğunu söyleyebilirim. Los Angeles, sinemanın son halinin çıktığı, mimari ve akademinin hep ilerde olduğu, kısacası hayal gücünü takdir eden bir şehir. Tabii sonuçta melekler şehri, bambaşka bir aura’sı var. Çalışmak, yalnız kalmak ya da üretmek istiyorsanız bahaneniz yok. Diğer sosyal şehirlerin derdi bu. New York ve daha başka metropollerde o kadar sosyal olma ihtimaliniz var ki bir şeyleri kaçırıyormuş hissiyle yaşıyorsunuz sürekli. Los Angeles sosyal bir şehir statüsünde tasarlanmamış…
Aslında California’da ve Silikon Vadisi’ne yakın olmanın büyük bir avantajı var. Benim gibi nerd’ler için harika bir yer. Gerçekten de geleceğin bütün fikirleri size birkaç saat uzaklıkta üretiliyor. Yani bir anda telefonla Nvidia’nın CEO’suna sunum yapıp birlikte hayal kurabiliyoruz. Daha önce ortaya çıkmamış bir yapay zekânın ilk kodunu görebiliyoruz ve bunların hepsi bir araba uzaklığınızda yaşanıyor.
GÜNEY KORE’Yİ ŞAŞIRTAN YAPAY ZEKA.
Asya kültüründen beslendiğinizi sık sık dile getiriyorsunuz, en çok hangi ülke ve kültürü size ilham oluyor?
Yapay zekâyla çalıştığım zaman her kültür kendi kendine ayrı bir değere dönüşüyor. Yani şu an için ayırt edemiyorum açıkcası. Onun yerine yaşayan organizmalara yani şehirlerle ilişki kurmayı seviyorum. Stockholm, Berlin, İstanbul, Dubai, Seul ya da Tokyo. Şehirler kendi kültürlerini yaşıyor, devamlı değişiyor ve dönüşüyor.
Mesela Güney Kore’de bir proje yaptık. Seul’e dair 100 milyona yakın veriyi kullandık. Yapay zekâ onların tarihi binalarını o kadar iyi öğrenmiş ki Güney Koreliler bile şaşırdı kaldı. Çok keyifli bir andı, düşünün hem kültür sahibi hem de o kültürden çıktı üreten sanatçı heyecanlanıyor. Bu heyecandan yola çıkarak araştırmalarımı gerçekleştiriyorum. Çin, Japonya, Singapur ve Güney Kore’de gerçekleştirdiğimiz projelerde Asya kültürünün verileri paylaşma konusunda çok açık olduğunu gözlemledim. Binlerce yıllık çizimler, fotoğraflar kısacası tüm arşivi paylaşıyorlar, adeta yapay zekâya kapılarını korkusuzca açıyorlar.
“Annemin ben çocukken aldığı Blade Runner filminin VHS kasetine ve aynı yaz gelen bilgisayara hep minnettarım. Bunları üretim hayatımın başlangıç noktası olarak görüyorum.”
Blade Runner filmini çocuk yaşta izleyip çok etkilendiğinizi ifade ediyorsunuz. Filmi izlememiş olsaydınız, bir şeyler farklı olur muydu sizce?
Olabilirdi. Filmin kendisi gibi o dönemlerde sahip olduğum bilgisiyar da benim için çok önemli bir yere sahip. Yani eğer o bilgisayar aynı yıl gelmeseydi, bilgisayarlarla ilişkim bu şekilde olmayabilirdi. Bilgisayar oyunlarına olan tutkum ve bağımlılığımla birlikte bilim kurgu sineması hayal gücüme inanılmaz katkılar sağladı. O yüzden annemin rastlantısal olarak aldığı VHS kasete ve aynı yaz gelen bilgisayara hep minnettarım. Onları üretim hayatımda başlangıç noktası olarak görüyorum.
“Yapay zekâ her şeyi optimize edebilir. Kullanım alanlarımızı akıllı bir şekilde tasarlar ve harcadığımız enerjiyi optimize edersek, sürdürülebilirliğe katkı sağlayabiliriz.”
Yapay zekâ ile sürdürülebilir bir gelecek sizce mümkün mü? Sürdürülebilirlik alanında çalışmalarınız bulunuyor mu?
Tabii ki mümkün. Yapay zekâ her şeyi optimize edebilir. Eğer kullanım alanlarımızı akıllı bir şekilde tasarlar ve harcadığımız enerjiyi optimize edersek, sürdürülebilirliğe katkı sağlayabiliriz. Gelecekte Birleşmiş Milletler ile beraber hazırladığımız iki tane proje var, isimlerini açıklamak için biraz erken. Biri web üzerinden diğeri fiziksel bir enstalasyon olarak dünyanın problemlerini görselleştirdiğimiz bir proje. Hatta sürdürülebilirlik alanında İstanbul için de bir proje tasarlıyorum.
Blade Runner filmini çocuk yaşta izleyip çok etkilendiğinizi ifade ediyorsunuz. Filmi izlememiş olsaydınız, bir şeyler farklı olur muydu sizce?
Olabilirdi. Filmin kendisi gibi o dönemlerde sahip olduğum bilgisiyar da benim için çok önemli bir yere sahip. Yani eğer o bilgisayar aynı yıl gelmeseydi, bilgisayarlarla ilişkim bu şekilde olmayabilirdi. Bilgisayar oyunlarına olan tutkum ve bağımlılığımla birlikte bilim kurgu sineması hayal gücüme inanılmaz katkılar sağladı. O yüzden annemin rastlantısal olarak aldığı VHS kasete ve aynı yaz gelen bilgisayara hep minnettarım. Onları üretim hayatımda başlangıç noktası olarak görüyorum.
Yapay zekâ ile sürdürülebilir bir gelecek sizce mümkün mü? Sürdürülebilirlik alanında çalışmalarınız bulunuyor mu?
Tabii ki mümkün. Yapay zekâ her şeyi optimize edebilir. Eğer kullanım alanlarımızı akıllı bir şekilde tasarlar ve harcadığımız enerjiyi optimize edersek, sürdürülebilirliğe katkı sağlayabiliriz. Gelecekte Birleşmiş Milletler ile beraber hazırladığımız iki tane proje var, isimlerini açıklamak için biraz erken. Biri web üzerinden diğeri fiziksel bir enstalasyon olarak dünyanın problemlerini görselleştirdiğimiz bir proje. Hatta sürdürülebilirlik alanında İstanbul için de bir proje tasarlıyorum.
“Yapay zekâ her şeyi optimize edebilir. Kullanım alanlarımızı akıllı bir şekilde tasarlar ve harcadığımız enerjiyi optimize edersek, sürdürülebilirliğe katkı sağlayabiliriz.”
Refik Anadol hakkında.
1985’te İstanbul’da doğan yeni medya sanatçısı ve yönetmen Refik Anadol, Los Angeles’ta yaşıyor, UCLA’de öğretim görevlisi olarak çalışmalarına devam ediyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi VCD, ardından UCLA Medya Sanatları Tasarımı bölümü mezunu olan sanatçı, Refik Anadol Studio’nun kurucusu. 2016 yılından bu yana çalışmalarına yapay zekayı dahil eden Anadol, mekan, deneyim ve veri heykelleriyle kamusal alanda dünyaca ünlenen, büyük ölçekli işler üretiyor. Refik Anadol’a, ‘Makine Hatıraları: Uzay’ isimli sergisi için geldiği İstanbul’da ziyareti boyunca Yeni BMW 5 Serisi eşlik etti. Anadol’un büyüleyici sergisini 25 Nisan’a kadar PİLEVNELİ Dolapdere’de ziyaret edebilirsiniz.
*Fotoğraflar: Tonia Calderon/Spencer Mar Guilburt; Yazar: Christiane Winter | Yazı için kaynak: https://www.bmw.com/en/design/aerodynamic-rims-BMW-iX3-design-meets-art.html
*Fotoğraflar/ Video/
Yazı: Michael Neumann; Çizimler: Madita O'Sullivan | Yazı
için kaynak: https://www.bmw.com/en/automotive-life/iceland-road-trip.html