Çerezleri kullanmamız için izninizi yönetme aracımız geçici olarak çevrimdışı. Bu nedenle, çerez kullanımına izin vermenizi gerektiren bazı işlevler eksik olabilir.
BİR ARAYA GELEN
NESNELERİN ANLATTIKLARI.
Kerem Ozan Bayraktar ile söyleşi.
Çevre algısını fiziksel ve kavramsal bir perspektiften ele alan sanatçı ve akademisyen Kerem Ozan Bayraktar, üretimlerine dijital görselleştirme, fotoğraf, animasyon, maket, gündelik nesne, metin ve grafik gibi farklı teknikleri dahil ediyor. Kerem Ozan Bayraktar ile doğal ve yapay sistemlerin davranışları ve çevre algısına dair BMW Joy Blog’a özel bir söyleşi gerçekleştirdik.
13.09.2022
İstanbul’da yaşayan Kerem Ozan Bayraktar, nesnelerin etki alanlarına, bireyselleşme süreçlerine ve dönüşümlerine yoğunlaşan çalışmalar gerçekleştiriyor. Son dönemde sokak bitkileri, istilacı gemiler, oyuncak robotlar gibi farklı ölçek ve niteliklerdeki nesnelerle yerleştirmeler ve araştırmalar gerçekleştiren sanatçı, yoğun bir ilişkisellik ve akışkanlık vurgusu taşıyan çok parçalı ve dağınık ifade biçimleri kullanıyor. Sanatını, eserlerini ve çok daha fazlasını Kerem Ozan Bayraktar’dan dinleyelim.
Çalışmalarınızda dijital görselleştirmelere ek olarak fotoğraf, animasyon, maket, gündelik nesneler, metin ve grafiklerden oluşan çok farklı teknikleri görmek mümkün. Bize kendinizden ve çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?
Üniversitede resim eğitimi aldım. Kısa bir süre sonra resmi bırakıp farklı alanlara yöneldim. Felsefe, biyoloji ve sibernetiği seviyorum. Zaman zaman yazılar yazıyorum. Aynı zamanda akademisyenlik yapıyorum. Okulda farklı eğitim modellerini sanattan öğrendiğim yöntemlerle birleştirmeyi deniyorum. Bu anlamda disiplinler ötesi bir yerde durarak çiçek sulamaktan ders vermeye kadar hayata bütünsel olarak yaklaşmaya çabalıyorum.
Nesnelerin bir araya geldiklerinde ne tür ilişkiler oluşturdukları ilgimi çekiyor. Son dönemde bu ilişkilerin yaşamı ya da canlılığı nasıl oluşturduğu, çevrenin nasıl meydana geldiği soruları ile ilgilendim. Bunlar bilimsel sorular değil, daha çok soyut bir oyunun kuralını anlamaya çalışmak gibi. Bir çevrenin sınırı nerede başlayıp nerede bitiyor? Onu ne kadar eksiltebiliriz? Biz onu nasıl etkiliyoruz? İçi ve dışı nasıl çalışıyor, ne alıp veriyor, nasıl nefes alıyor… Bu anlamda çeşitli dijital kurgular, zaman zaman da yerleştirmeler yapıyorum. Sık sık kendiliğinden oluşmuş formları referans alıp, nesnelerin değiştiği fakat kurgunun bir miktar rastlantısallık içerdiği düzenlemeler, resimler ve fotoğraflarla uğraşıyorum. Dolasıyla çalışmalarımda genelde spesifik bir içerik olmuyor. Daha çok formlarla ilgileniyorum.
Farklı temsiller yardımıyla doğal ve yapay varlıkların başkalaşımlarına, sınırlarına, çöküşlerine ve onları kavrama yöntemlerine yoğunlaşıyorsunuz. Tekniğiniz ele aldığınız konu çerçevesinde mi biçimleniyor?
Evet. Örneğin dijital bir teknik kullandığımda o görüntünün ekranda oluşu ya da sayısal bir temsil olması çalışmanın önemli bir öğesi oluyor. Resimsel bir iş ise, o işi resim tarihine ekleneceğini bilerek üretiyorum. Çalışmalarımda malzemelerin geçmişi, dönüşümü ve tarihsel anlamları büyük önem taşıyor. Bu nedenle tekniğe ve malzemeye fikri taşıyan bir altyapı gibi değil de zaten kendi başına çok fazla bilgiyi bünyesinde taşıyan bir şey olarak yaklaşıyorum. Örneğin Sirkeci’den bir işimde kullanmak için bir oyuncak satın aldığımda, o oyuncağın plastik oluşu, içindeki mekanik motor ya da Çin’de üretilmiş oluşu hâlihazırda anlam katmanları yaratıyor. Bence bütün sanatçılar bunu yapıyor fakat ben özel olarak madde ile ilgilendiğim için ekstra bir vurgu yapmayı tercih ediyorum.
Güney Kore’deki Busan Bienali’nde yer alan çalışmanız “Strands” nasıl bir etkileşim aldı, hazırlık süreci ve çalışmaya dair detayları bizimle paylaşabilir misiniz?
Benim için önemli bir çalışmaydı çünkü uzun zamandır üzerinde düşündüğüm çok katmanlı yapıları bir arada kurgulama şansı buldum. Bu çalışmada oraya ait olan ve bir daha sunulamayacak bir iş yapmak istedim. Bölgedeki derme çatma bir olta yapım çadırının içinde bir yerleştirme gerçekleştirdik. Çadırın sahibi, çadırın kendisi, oltalar, çeşitli av malzemeleri, bölgede yaşayan yılan balıkları, elektrik kabloları, ekranlar ve ismini sayamayacağım çok sayıda unsurun bir araya geldiği, o bölgeye, oranın diline ve yaşam biçimine ait bir çalışma ortaya çıktı. Hazırlık süreci çok uzun sürdü çünkü bilmediğim bir kültüre yaklaşmak beni tedirgin etti. Ayrıca mimari, altyapı sistemleri, balıkçılık gibi farklı alanlara değinen bir işti. Bu tür karmaşık çalışmalarda doğru seçimler yapmak yorucu oluyor. Fakat gerek küratör Ritika Biswas, gerekse ekip çok yardımcı oldu ve içime sinen bir çalışma ortaya çıktı. Bölgenin insanlarından güzel şeyler duydum. Açıkçası bir sergi salonu yerine gündelik hayatın içinde ve kalıcı olmayacak minik bir ses çıkarmak benim için değerliydi.
Sokakta kendiliğinden yetişen bitkileri fotoğrafladığınız “Sokak Otları” projenizle bitkilerin tarih, göç ve şehir altyapılarıyla olan etkileşimine odaklanıyorsunuz. Bu projeyi sizden dinleyebilir miyiz?
Sokak otları, kentli bitkilerin yaşamlarına, insanların istila olarak adlandırdığı yayılma biçimlerine dair süregiden, belirgin bir çıktısı olmayan bir araştırma. Bugüne dek daha çok Instagram üzerinden (@sokak_otlari) notlar ve fotoğraflar şeklinde ilerledi. Son dönemde bir makale yazdım ve çeşitli videolar çektim. Fakat benim için bir projeden ya da çalışmadan çok, özel bir merak. Bu bitkiler doğa ve kent, yıkım ve yapım gibi ayrımlar üzerinden çevreyi kategorize etmemize izin vermiyorlar. Bu nedenle kalıplaşmış düşünce biçimlerimizi değiştirme potansiyelleri de var. Hızlı, agresif, çoğu zaman insan yapıları için problem olabilen bir yaşam biçimleri var. Diğer yandan insanlarla birlikte evrimleşip, yayılıyorlar. Tıpkı kediler ya da martılar gibi gözümüzün önünde bizimle birlikte yaşayan bu canlıları genelde görmezden geliyoruz. Ben bu konuya yaşam çerçevesinde, daha özel olarak ise, kent, peyzaj ve ekoloji kapsamında yaklaşarak çeşitli okumalar yapıyorum ve bunlardan edindiklerimi insanlarla atölyeler ya da yazılarla paylaşıyorum.
“Sistem Teorisi Bağlamında Sanat Nesnesi ve Eşleme” başlıklı tezinizde 20. Yüzyıl Batı sanatındaki kırılmalarla belirginleşen sorunsallara odaklanıyorsunuz. Bu bağlamda günümüz sanat pratiklerinin geçirdiği dönüşümden bahsedebilir misiniz?
Günümüz sanatı her şeyden önce mecra-ötesi. Yani heykel, seramik, resim, fotoğraf gibi hiyerarşilerle ilerlemiyor. Diğer önemli özelliği ise post-kavramsal olması. Yani izleyici olarak artık duvardaki resmin ya da ekrandaki görüntünün bizde yarattığı duyusal etkilerin ötesinde, bu etkinin nedenini, o çalışmanın farklı anlamlandırmalarını sorguluyoruz, teorilerden, fikirlerden yararlanarak yorumlar yapıyoruz. Bu yönüyle estetik ile zorunlu bir bağı yok. Diğer yandan statik, her şeyin durduğu bir evrende yaşamıyoruz. Bu nedenle sanat şudur diye işaret etmek güç. Zaten sanat muhtemelen kendi kendini dönüştüren ve kendine dair en çok eleştiriyi üreten alan. Sanatın doğasında asla mevcut olanı kabullenmek ve orada durmak yok. Bu nedenle konuları ve formları sık sık değişiyor, teknikler, öneriler, sorular, refleks biçimleri çeşitleniyor. Akımlar ya da manifestoların değil bireysel tavırların olduğu bir çağdayız şu an. Geleneksel sanat da ölmüş değil elbette. O da farklı şekillerde melezleşerek varlığını sürdürüyor.
Peki NFT teknolojisinin sanat dünyası için potansiyelini nasıl değerlendiriyorsunuz, sizin de bu alanda çalışmalarınız olacak mı?
Herhangi bir teknoloji, örneğin kurşun kalem ya da dijital baskı, sanat yapmak için kullanılabilir. NFT’nin bu anlamda yeni oluşu sanat ve teknoloji ilişkisi ile değil de ekonomi ile ilgili gibi görünüyor. Nasıl çalıştığını bilmeme rağmen mesafeli duruyorum. NFT olarak kodlanan görsellerin kültürel olarak nasıl sunulduğu, nasıl anlamlandırıldığı ve hangi siteler üzerinden izleyici ile buluştuğu ile ilgili olarak problemli bulduğum unsurlar var. Açıkçası çok sayıda niteliksiz grafik yığını ve bunlar çevresinde oluşmuş bir spekülasyon görüyorum. Teknoloji yeni olabilir ama kullanımı pek yeni değil. İyi örnekler var ama sayıca azlar. Bu anlamda neden bu kadar abartıldığını anlamakta zorluk çekiyorum. Diğer yandan ben sık sık dijital sanat ile uğraşsam da o çalışmaları mutlaka bir altyapı vurgusu ile sunuyorum. Ekranın elektrikle çalışıyor oluşu benim için paranteze alınacak bir durum değil. O elektrik barajdan geliyor. Ekranda olup bitmiyor her şey. NFT ya da Metaverse galerileri maddeyi görmezden geliyor. Sanki her şey ekrandaki temsillerden ibaretmiş gibi... Ben öncelikle bir insan olarak bu türden bir temsiller dünyasında yaşamak istemiyorum. Eskiyen, bozulan, ölen bedenleri unutmak çok tehlikeli. Sanat maddeye de form veren bir alan, sadece grafikler kullanarak görsel üreten bir alan değil bence. NFT bu meseleleri irdeleyecek şekilde kullanılabilir. Bunun bazı örneklerine rastladım. Ama ayrı bir sanat türü gibi ele alınmasını yanlış buluyorum.
Yakın zamanda gerçekleştirmeyi planladığınız projeleriniz arasında neler var?
Bu hafta Utrecht’deki “BAK” sanat ve araştırma enstitüsünde “Hauntologist” isimli etkinliğimiz başladı. Yaklaşık 10 aydır “Hayalet Altyapılar” başlığı altında kalabalık bir grupla birlikte çalışıyoruz. Ben kişisel olarak kolonyal dönemin gemi yolculukları ve o yolculuklarda yer değiştiren ya da yok olan canlılar ve maddeler ile ilgili bir yerleştirme gerçekleştirdim. Yine bu hafta açılmış olan Misal Adnan küratörlüğünde “Bir Tutam Zaptedilemez Karmaşıklık” isimli sergimiz Sanatorium galeride görülebilir. Son olarak gelecek ay sanatçı ve araştırmacı Aslı Uludağ ile Marmara Denizi ekosistemi üzerine “Adaları ve Boğazları ile Marmara Kültürleri Ağı” bünyesinde gerçekleştirdiğimiz bir masaüstü kart oyununu sunacağız.
KEREM OZAN BAYRAKTAR HAKKINDA.
1984 yılında İstanbul'da doğan Kerem Ozan Bayraktar, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü’nde yüksek lisans ve sanatta yeterlik eğitimini tamamladı. Bayraktar çalışmalarında fiziksel ve kavramsal anlamda çevre kurmak ile ilgileniyor, dijital görselleştirmeler, fotoğraflar, animasyonlar, maketler, gündelik nesneler, metinler ve grafikler kullanarak doğal ve yapay sistemlerin davranışlarına, tıkanma noktalarına, sınırlarına, çöküşlerine, mutasyonlarına ve onları kavrama biçimlerimize yoğunlaşıyor. Çeşitli kurumlarda dijital imgeler, sanat teorisi, fotoğraf ve baskı teknikleri üzerinde dersler veren Bayraktar, farklı mecralarda sanat metinleri yazıyor ve sunumlar gerçekleştiriyor.
*Yazar: Andrew Maness; Tasarım: Carolin Wabra, Madita O'Sulivan, Shin Miura, Shin Miura; Fotoğraflar: Enes Kucevic | Kaynak: https://www.bmw.com/en/magazine/performance/driving-the-new-bmw-8-series-from-munich-to-lake-como.html